Canlı edebiyat dünün saatine göre yaşamaz, bugünün de değil, yarının saatine göre yaşar. Direğin tepesine gönderilen denizcidir o, oradan uzaktaki gemiler görünür. Denizciyi direkten indirip kazan dairesine, bocurgata koyabilirsiniz, ama bu bir şey değiştirmez: direk olduğu yerde kalır - ve başkası da direğe çıkınca onun gördüklerini görecektir. Direkteki denizci fırtınalarda lazım olur. Şimdi fırtına var, dört bir yandan S.O.S. geliyor. Daha dün yazar sakin sakin gezinebilirdi güvertede, Kodak'ını tıkırdatabilirdi (varoluş); ama dünya 45° yan yatmışken, yeşil yarıklar açılmış, küpeşte titremeye başlamışken kimin aklına gelir manzara tabloları ve türleri düşünmek? Şimdi sadece ölümden önce düşünülebilecek olan şey düşünülür: öleceğiz, peki ne olacak? Yaşadık işte - nasıl yaşadık? Baştan, yeniden yaşanacak olsa, ne şekilde, ne için yaşamalı? Şimdi edebiyatta dev, direk gibi, uçak gibi, felsefi ufuklar gerekli, en son, en korkunç, en korkusuz "neden?" ve "peki sonra?...