Ana içeriğe atla

Felsefenin Temel Kavramları

nlp-neurolinguistic-programation


FELSEFENİN TEMEL KAVRAMLARI



  • Felsefe nedir?
  • Kavram nedir?
  • Felsefenin temel kavramları nelerdir?

 Bilgi türleri ve felsefe


  • İlâhî/dinî bilgi
  • Beşerî/aklî bilgi
  • Bilimsel bilgi
  • Felsefî bilgi

Felsefe
filos+sofos
hikmeti seven / hikmet sevgisi

Felsefe – feylesûf (filozof)
Pisagor / Sokrat


Felsefenin temel kavramları:

  • Adalet Nedir?
  • Ahlak Kanıtı
  • Ahlak
  • Akıl
  • Analitik
  • A Priori
  • A Priori Bilgi
  • Aksiyom
  • Algıcılık
  • Alman İdealizmi
  • Analoji
  • Anlam
  • Antik Felsefe
  • Aşkın
  • Aşkınlık
  • Atomculuk
  • Aydınlanma
  • Bilim
  • Bilim Felsefesi
  • Bilinç
  • Çıkarım
  • Değer ve Değer Felsefesi
  • Deizm
  • Determinizm
  • Diyalektik
  • Empirizm
  • İdealizm
  • Fenomenoloji
  • İlk Felsefe
  • Kavram
  • Madde
  • Mantık
  • Materyalizm
  • Rasyonalizm

1. HAFTA: ADALET NEDİR?


Bu haftaki dersimizde; 

JUSTice ile ilgili görsel sonucuFelsefenin ve siyaset bilimin en temel kavramlarından ve problem alanlarından birisini oluşturan “Adalet” ve “Ahlak Kanıtı” kavramlarını tarihsel bir sunum içinde ele alınacaktır.
Adaletin en genel anlamda tanımını yaptıktan sonra, tarihsel süreç içerisinde nasıl bir anlam kazandığına öncelik verilecektir. 
Ahlak Kanıtı, sistematik felsefenin en önemli alanlarından birisi olan Din Felsefe’sinin önemli sorunlarından birisidir. Ahlakın varlığının bir Tanrı’nın varlığını kanıtlama olarak kullanılması ele alınacaktır.

 


ADALET:


Toplumda, değerlerin, ilkelerin ve erdemlerin gerçekleşmesi durumu. Her bireyin, davranışlarının ve/veya eylemlerinin sonuçlarıyla karşılaşması.

 Adalet en yüce ve mutlak bir değerin anlatımıdır ve insanın davranışlarını ahlakî açıdan inceleyen ve eleştiren bir biçimde karşımıza çıkar. 

Dolayısıyla, adalet bir kimsenin hakları ile başkalarının hakları arasında bir uyumun bulunması hâli, bazı durumlarda da farklı çıkarları olan bireyler arasında hakka uygun bir denge oluşturması durumu olarak anlaşılabilir.

Adalet iki boyutludur: Bireysel ve toplumsal. Bireysel bağlamda, bireyin bir özelliği olarak adil olma ve adil davranmayı ifade eder. Bu bağlamda adalet, insanların vicdanlarında yer etmeli ve ondan kaynaklanmalıdır. 

İster toplumsal, ister ekonomik olsun, nesnel bir durumun değil de, bireysel bir eylemin özelliği ve sonucu olarak ortaya çıkan adalet kural adaleti olarak tanımlanabilir.

AHLAK KANITI:

Teizmin, Tanrı’nın varlığını, insanın ahlaki deneyimlerinden ve insandaki değer duygusundan hareketle açıklayan, Tanrı’nın varlığını ahlak yoluyla kanıtlamak

Tanrı’nın varlığını kanıtlama çabasında olan diğer kanıtlar gibi büyük bir iddiada bulunmayan ve Tanrı’nın varlığını ahlak olgusundan, insanın ahlaki deneyiminden ve dolayısıyla söz konusu deneyim ile ilgili verilerden hareketle ortaya koymaya çalışan kanıttır. 

Şu kabullere dayanır:

  • Ahlaka ve ahlaklılığı temin eden vicdan sadece Tanrı’nın sesi olarak açıklanabilir.
  • Ödev, doğruluk, dürüstlük, hakkaniyet gibi ahlaki kavramlar ancak Tanrı’nın iradesiyle açıklanabilir.
  • Ahlaklı davranma, bağlayıcı gücünü Tanrı tarafından verilen ceza ve ödüllerden alır.
  • Dolayısıyla Tanrı’nın var oluşunu kabul etmek makûl, rasyonel bir şeydir. 

2. HAFTA: AHLAK

ethic ile ilgili görsel sonucu
Bu haftaki dersimizde yalnızca tek bir kavramı ele alacağız: AHLAK

AHLAK

Ahlak, yalnızca felsefe tarafından çok eski tarihlerden itibaren ele alınan bir konu değildir. Dinlerin ve insan topluluklarının örflerinin önemli bir alanını oluşturan ahlak, burada daha çok felsefi bağlamda irdelenecektir. 

Felsefenin doğa bilimlerine olan ilk ilgisinden hemen sonra, insana yönelmesi önemini göstermektedir. İnsan-insan ilişkisinin ortaya çıktığı bir alan olarak da sosyal ve beşeri bilimlerin önemli kavramlarından birisidir.


  1. Mutlak olarak iyi olduğu düşünülen ya da belli bir yaşam anlayışının sonucu olarak ortay çıkan davranış kurallarının bütünü.
  2. İnsanın göre yaşadığı, kendisine rehber ettiği ilkeler ya da kurallar bütünü.
  3. Bir kimsenin iyi niteliklerini ya da kişiliğini ifade eden tutum ve davranışları.
Ahlak, bir toplum tarafından benimsenen davranış ve görgü kurallarından, hukuk ve dinden farklıdır. Görgü kuralları ahlakla doğrudan ilişkili olan eylem türlerinden daha az ciddi olduğu düşünülen davranışlar için kullanılır. 

Hukuk ise ahlaktan, sınırları belirli kurallara, yaptırımlara, yasalara göre cezalar veren resmî görevlilere sahip olmak bakımından farklılık gösterir. Fakat yine de, ahlak tarafından yönetilen davranışla hukuk tarafından yönetilen davranış arasında büyük bir benzerlik vardır.

Ahlaklar kuralları, içerikleri ve toplumun üyelerinin kabulleri bakımından farklılık göste­rirler. Birçok toplumun doğrudan doğruya kendi yaşam biçimleriyle ve dini inanışlarıyla ilgili olan ve sözünü ettiğimiz bu temellere sahip olduğunu iddia ettikleri ahlakları vardır.

Ahlak ayrıca birey tarafından bağlayıcı görülen ve herkes tarafından benimsenmesi istenen davranış rehberi anlamına da gelebilir. Bu anlamıyla ahlak, bir toplum ya da başka bir grup tarafından ortaya konan bir davranış kodu yerine bir birey tarafından kabul edilen davranış rehberine gönderme yapar. 

Ayrıca ahlak, sadece bir birey tarafından benimsenen herhangi bir davranış ilkesini ifade etmez; ahlak bireyin bağlayıcı bir rehber olarak benimsediği ve başka herkesin de kendi bağlayıcı rehberi olarak benimsemesini istediği davranış rehberidir.

İSLÂM FELSEFESİ:


İslâm filozoflarının ahlâkla ilgili görüşleri, genellikle “felsefî ahlâk" başlığı altında ele alınmakta ve incelenmektedir. 

Tam anlamıyla Fârâbî’nin eserlerinde sistemli bir yapıya kavuşan İslâm felsefesinin ana programı, Yunan felsefesinden alınan bazı fikirlerle İslâm inanç sistemi arasında, fikir seviyesinde bir terkibe ulaşmaya yönelmiştir. 

Aynı durum ahlâk ilmi için de söz konusu olmuştur. Eski Yunan filozoflarının ahlâkî terimlerle ilgili önemli tarif ve tasniflerini benimseyen İslâm filozofları, temeli Kur’an ve Sünnet’e dayalı İslâm ahlâkını söz konusu tarif ve tasniflerden faydanarak sistemli bir şekilde açıklamaya çalışmışlardır. 

Bu bakımdan İslâm’da felsefî ahlâk tamamen müstakil bir ilmî saha olarak görülemez. Aslında burada geçen “felsefî" tabirini biraz geniş tutar ve onu “ahlâk hakkında rasyonel, tutarlı, şümullü ve sistemli bir düşünme ameliyesi” şeklinde anlarsak, felsefî ahlâk sahasına bazı kelâmcıların, mutasavvıfların, âdâb, siyaset, nasihat ve irşad konularında yazılar kaleme almış olan bazı müelliflerin eserlerini de dahil etmemiz gerekir.

3. HAFTA: AKIL


mind ile ilgili görsel sonucu

Bu haftanın ders konusu “Akıl”dır. Aklın tanımında çok farklı görüşlerle karşılaşacağız. Felsefe ekollerinin hemen hepsi farklı bir akıl tanımı yapmıştır. Bunun bir çok nedeni vardır. İslam düşüncesinde de akıl, hem dini hem de felsefi bütün akımlarda önemli bir tartışma konusu olmuştur. İnsanın akıllı olarak tanımlanmasına göre, sorumluluk sahibi olarak görülmüştür. Aklın sınırları da önemli bir tartışma konusudur.



AKIL

  1. İnsandaki soyutlama yapma, kavrama, bağıntı kurma, düşünme, benzerlikler ve farklılıkların bilincine varabilme yeteneği, sonuçlar çıkarabilme yetisi. Vahiy, iman, sezgi, duygu, duyum, algı ve deneyden farklı olarak, salt insana özgü olan bilgi edinebilme yetisi, doğru düşünme ve hüküm verme yeteneği, kavram oluşturma özelliği.
  2. Sezgisel akıl anla­mında, apaçık doğruları ya da soyut nesneleri, özleri, tümelleri, doğrudan ve aracısız bir biçimde sezme melekesi..
  3. Tümevarımsal akıl anlamında, öncüllerden sonuca geçmek suretiyle çıkarım yapma yeteneği. 
  4. Pratik akıl anlamında, genel akıl gücünün bir parçası olarak, belirli eylemlerin niçin gerçekleştirilmesi gerektiğini, bu eylemlerin kendilerinden çıktığı ilkeleri ya da bu eylemlerin kendileri için yalnızca birer araç olduğu amaçları kavrama becerisi. 
  5. Dinin sınırları içinde ise, hak ile batılı, güzel ile çirkini birbirinden ayırt eden ve bilginin esasını teşkil eden ilahî güç.
İnsan, bazı ilk dönem filozoflar tarafından “akıllı hayvan” olarak tanımlanmıştır. Buna göre akıl, içgüdünün karşısında yer alır ve insanın çıkarımlar yaptığı, ya da doğru öncüllerden geçerli sonuçlar çıkardığı bir yetidir.

Akıl kavramının anlamı temelde aynı olmakla birlikte, bu anlam kimi zaman çağın il­gilerine ve koşullarına bağlı olarak değişir. 

İlkçağda varlığı bileceği düşünülen akıl, Ortaçağda inancın hizmetinde olmuş; buna karşın, modern dönemde bilimsel düşünceyi kurmakla yükümlü olan akıl, bilimsel düşüncenin gelişiminin bir sonucu olarak parçalanmış bir biçimde anlaşılır olmuştur.

Saymayı bilmek veya genel olarak “bilme yetisi” anlamına gelen Yunanca logos kelimesinden türetilen akıl kavramı, buna göre, İlkçağ’da dünyadaki çokluğu ve çeşitliliği düzene sokan ve hem de varlığı ve varolanı kavramaya yönelen bir yeti anlamına gelir. 

Sokrates öncesi Yunan doğa filozofları, herkes için bir ve aynı olan şeyi, düşüncenin ve varlığın temelini yalnızca akılla ortaya koymayı amaçlamışlardır. Onların dünyanın tutarlılığını tutarlı bir biçimde ifade etmek üzere, çokluğun arkasında yatan birliği, tüm fenomenlerin biricik ve kurucu nedenini aramalarının asıl nedeni budur.

Yine, Platon’a göre akıl, duyulanın verdiği değişken ve yanıltıcı doxa ya da empirik bil­ginin karşısında bulunan doğru düşüncedir. Akla dayanan, onda dış görünüşler alanının üstüne yükselmemizi sağlayarak, bizi gerçekten var olan idea götürür. 

Platon’a göre akılda iki tür bilgi, ya da başka ifadeyel iki tür akıl vardır. Birincisi özleri, ideaları doğrudan ve aracısız olarak kavrayan sezgisel akıl ve ikincisi de matematiksel idealara yönelen, dolayısıyla matematiksel kanıtlamayla seçkinleşen tartışmacı akıldır.

Aristoteles de aklı, teorik ve pratik; teorik aklı da etkin ve edilgin diye ikiye ayırmıştır. Ona göre etkin akıl, edilgin ya da pasif akla, duyumlanan ya da algılanan nesnenin duyusal formunu alma olanağı verir. Etkin akıl ise formu, duyu deneyinden soyutlayarak, bilinç için açık hâle getirir.

4. HAFTA: ANALİTİK, ANALİTİK FELSEFE, A PRİORİ, APRİORİ BİLGİ, AKSİYOM ve ALGICILIK

analitics ile ilgili görsel sonucu
Bu haftanın ders konusu sırayla, “Analitik”, “Analitik Felsefe”, “A Priori”, “A Priori Bilgi”, “Aksiyom” ve “Algıcılık” olacaktır. Analitik düşünce ve Analitik Felsefe modern dönemlerde önem kazanmıştır. Günümüz felsefe tartışmalarının önemli kavramlarındandır. A Priori ve A Priori Bilgi, felsefenin bütün alanlarında bilinmesi gereken bir kavram olduğundan burada tercih edilmiştir. Mantığın önemli kavramlarından aksiyom da bu haftanın kavramlarındandır.

 


ANALİTİK:


Analizle ilgili olan, analizi yöntem olarak kullanan disiplinler için kullanılan genel bir terim.

Bu terim, ilk kez Aristoteles tarafından kullanılmış olan bir terimdir. Gerçekten de Aristoteles terimi Birinci ve İkinci Analitikler adlı eserlerinde kıyas ve kanıtlayıcı bilginin koşullarına ilişkin tartışma için kullanmıştı. Diyalektiği ise Topikler adlı eserinde ele almıştı.

Aristoteles’in analitik ile diyalektik arasında yaptığı bu ayrım, on altıncı yüzyıldan itibaren mantığı iki ana alana ayıran tipik bir uygulama hâline gelmiştir. 

Mantığı biri yargının unsurlarıyla meşgul olan analitik, diğeri kıyasın ikna gücünü konu alan diyalektik gibi iki alana ayıran bu uygulamanın en fazla Alman idealizmi üzerinde etkili olduğu düşünülür. 

ANALİTİK FELSEFE:

Yirminci yüzyılda İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nde çok etkili olan, özellikle dil üzerinde yoğunlaşarak, olgulara en uygun düşecek mantıksal formu bulmak için, cümleleri, kavrmaları veya dilsel ifadeleri analiz etmeye öncelik veren felsefi akım.

Özellikle 20. yüzyılda Oxford’da çalışan felsefecilerin, Russel’dan başlayarak ve Wittgenstein ve Moore’un çalışmalarında kendini daha açık gösteren, felsefenin ne olması gerektiğine ilişkin benimsenen yaklaşıma verilen ad “analitik felsefe”dir. 

Burada önemli olan, konuştuğumuz her şeyin, daha anlamlı olabilmesini sağlamak ve buradan hareketle felsefi sorunları çözebilmek amacıyla analiz edilmesidir.

Dilin mantıksal analizine yönelik vurgusuyla ayrılan bu akım, felsefenin alanına giren problemleri kesin olarak çözecek tek yöntemin analiz, özellikle de kavram analizi olduğunu kabul eder. 

Bu felsefe akımı, analitik-sentetik ayırımına dayanarak, felsefenin gerçekliğin doğası hakkında birtakım iddialar ortaya koyamayacağını ileri sürer.

“Analitik felsefe” ifadesi, özellikle yirminci yüzyılda Anglo-Amerikan ağırlıklı filozofların oluşturduğu felsefe geleneğini ve bu filozofların felsefelerini tanımlamak için kullanılmakla birlikte, aslında on yedinci yüzyıldan itibaren "spekülatif felsefe-analitik felsefe" karşıtlığını ifade etmek için de kullanılmıştır. Analitik filozoflar nesnelere dair kavrayışımızı derinleştirmek amacıyla analiz yöntemini kullanmışlardır.

A PRİORİ:

Deneyden bağımsız ve tecrübeye dayanmayan anlamına gelen Latince kelime. 

A priori deyimi modern felsefede kavramları, inançları, önerme ya da argümanları nitelemek için kullanılmaktadır. 

A priori kavramı özellikle Kant’ın kullandığı anlamda, zaman, töz, nedensellik, sayı ve benlik gibi, deneyimden “türetilmeyen”, ama dünya ile ilgili düşüncelerde öncülün parçası sayılan kavramdır.

A priori inanç, yargı ya da önerme, deneyimden bağımsız olarak bilinen ve doğruluk ya da yanlışlığına, duyumsal ya da içebakışsal tecrübeden önce karar verilen ya da deneyimden tamamen bağımsız olarak doğrulanabilen inanç, yargı ya da önermedir. Metafizik, matematik ve mantıktıktaki bir çok kabul a priori’dir.

A PRİORİ BİLGİ

Duyu deneyine başvurmadan, yalnızca akıldan ve aklın etkinliğinden türetilebilen bilgi, deneyimsel olmayan bilgi; evrensel olarak kesin ve zorunlu olarak doğru kabul edilen bilgi.

A priori bilgi, deneysel verilerden bağımsız olarak bilinen ve doğruluğu kabul edilen bilgidir. A priori bilgi, rasyonalizmin, empirik ya da a posteriori bilginin tam zıddıdır.

5. HAFTA: ALMAN İDEALİZMİ, ANALOJİ, ANLAM ve ANTİK FELSEFE

analogy ile ilgili görsel sonucu

Felsefe tarihinin en önemli akımlarından birisi “Alman İdealizmi”dir. Bu nedenle, bu ekol öncelikli olarak ele alınacaktır.
Önemli bir mantık kavramı olan “Analoji” bu haftanın bir başka temel kavramıdır.
Genelde felsefenin, özelde modern felsefenin en öncelikli hedeflerinden birisi olan “Anlam” felsefe ile ilgilenecek herkesin bilmesi gereken kavramlardan olduğundan bu haftaki ders konularımızdan birisidir.
Son olarak, bizim uğraştığımız anlamdaki felsefenin, başlangıcı olması nedeniyle en önemli dönemi “Antik Felsefe” dönemi de tarihsel boyutu daha vurgulu bir biçimde ele alınacaktır.


ALMAN İDEALİZMİ

Almanya’da 18. yüzyılda, Kant’la başlayan ve daha sonra Hegel, Schelling, Fichte gibi düşünürlerle devam eden felsefe geleneğine verilen isim.

Alman idealist felsefe geleneğinin en büyük düşünürü olan Kant, gerçekliği, fenomenler dünyası ve kendinde şey alanı olarak ikiye bölmüş ve diskürsif düşünceyi fenomenler alanıyla sınırlamak suretiyle, natüralist doğa görüşüne ve dolayısıyla doğalcılığın içerdiği mekanizme, yazgıcılığa, ateizme, egoizm ve hazcılığa karşı çıkmıştır.

Söz konusu idealist filozoflar, spekülasyonlarının çıkış noktası olarak akılla anlaşılabilir dünyayı, ahlak yasasının kendisine işaret ettiği özgürlüğü almışlardır.

Gerçekten var olan, gerçek olan dünya, ideal ya da duyular üstü dünyadır, aklın ya da tinin dünyasıdır. Bu filozoflar felsefenin tüm problemlerini, temel ilke olarak kendi kendisini belirleyen tinsel faaliyeti görmek suretiyle çözmeye çalışırlar. Onlar, bilgiyi ve tecrübeyi, doğayı ve tarihi bu tinsel faaliyet aracılığıyla açıklarlar.

Gerçekliği, Kant sonrası Alman idealist filozoflarına göre, ancak ve ancak kendi kendisini belirleyen aklın ışığında yorumladığımız zaman anlayabiliriz; akıl dünyayı, yalnızca kendisi anladığı zaman anlayabilir.

Felsefe temel ve mutlak bilimdir, her şeyi açıklayabilecek tek bilim felsefedir. Olgulara ilişkin empirik bilgi gerçek bilgi değildir; doğayı ve tarihi konu alan empirik bilimler de bilim olamaz. Fichte, Schelling ve Hegel bu konuda tam bir uyuşma içindedir.

ANALOJİ:

İki şey arasındaki ortaklık ya da karşılıklı ilişki için kullanılan terim. Buradan hareketle iki nesne veya sistem ya da teori arasında birinin diğeri için bir model olabildiği ilişki türü

Var olan şeyler arasındaki benzerliklere, özellikle de sınıf benzerliği dışında kalan benzer-liklere, yani işlev benzerliğine, ilişki benzerliğine işaret etme işlemi ve iki şey arasındaki benzerliklerden yola çıkarak, onların başka bakımlardan da benzer olacaklarını öne süren çıkarsama.

Buna göre, analoji terimi başlangıçta farklı şeyler arasındaki matematiksel orantı anlamı­na gelirken, daha sonra farklı şeyler arasındaki benzerlikleri ifade etmek üzere kullanmıştır.

Bu anlamda, bir ifadenin uygulama kapsamı kendileri için fiilen kullanıldığı şeylere belirli bazı bakımlardan benzer olan başka şeyleri de içine aldığı zaman, onun analojik bir anlamı olduğu söylenebilir.

ANLAM:

Bir şeyin gösterdiği ya da dile getirdiği kavramlar bütünü. Dildeki göstergelerin ifade ettiği şey.

Bir kişiyi bir nesneye, bir duruma gönderen ve sözcüklerle ortaya konan şey, mana. Kavram ve olaylann delâlet, işaret ettiği şey; açıklama, bir şeyin niçin olduğu gibi olduğunu gösteren neden.

En geniş anlamda bir nesnenin anlamı, o nesnenin söz konusu birey ya da grubun deneyi-miyle ilişkili olan tüm diğer nesnelerde ilişkili olma konumudur. 

Sosyal bilimciler anlam konusundaki felsefi tartışmalarla bir miktar ilgilenmiş olsalar da, onların asıl katkıları anlamın kültürel, psikolojik ve sosyal boyutlarını açıklığa kavuşturmak olmuştur.

ANTİK FELSEFE:

Felsefe tarihinin, özellikle Batı düşüncesi veya Avrupa felsefesi hareket noktası alınırsa, Greko-Romen dünyanın düşünürlerinin yaklaşık bin yıl süren felsefi etkinliklerini kapsayan dönem.

Buna göre, antik felsefe Batı düşüncesinde kabaca milattan önceki ilk bin yılın ortalarından başlayıp, milattan sonraki ilk bin yılın ortalanna kadar olan bin yıllık dönemin felsefesidir. 

Antik felsefenin en büyük önemi, onun hem Hıristiyan felsefesinin ve hem de İslâm felsefesinin ortak kültürel mirasını ve bir bütün olarak da Batı kültürünün manevi ve düşünsel temelini oluşturmasında yatmaktadır.

Bu açıdan bakıldığında, Ortaçağ felsefesiyle aynı teleolojik dünya görüşünü benimsemek bakımından benzerlik gösteren antik felsefe, geleneksel olarak iki farklı şekilde sınıflanır veya kategorileştirilir. Tarihsel, kültürel ve coğrafî unsurları temel alan birinci sınıflamada, o Helenik felsefe ve Helenistik felsefe diye ikiye ayrılır.

Bunlardan Antik felsefenin ilk üç yüzyıllık dönemine karşılık gelen Helenik felsefe, onun en yoğun en güçlü, en parlak dönemini temsil eder. Görece çok daha uzun veya yaklaşık yedi yüzyıllık bir tarihi olan Helenistik felsefeyle kıyaslandığında hemen bütünüyle karşıt özellikler sergiler.

6. HAFTA: AŞKIN, AŞKINLIK ve ATOMCULUK

transcendental ile ilgili görsel sonucu
Bu hafta, sistematik felsefenin en önemli alanlarından birisi olan Din Felsefesi ile ilişkili olarak “Aşkın” ve “Aşkınlık” kavramları ele alınacaktır. Tanrı söz konusu olduğunda aşkınlığın ne olduğu ortaya konulacaktır. Son olarak, varlığı anlamaya ve anlamlan-dırmaya yönelik en eski teorilerden birisi “Atomculuk” ele alınacaktır.






AŞKIN:


En yüksek, en üstün, en yüce olan, en yüksek niteliklere sahip bulunan varlık, deneyimle elde edilenin ötesinde olan, deneyimi aşan gerçeklik; normal, gündelik tecrübenin kavrayışını aşan, bilimsel açıklama düzeyinin daima ötesinde kalan varlık alanı için kullanılan sıfat.

Aşkın sıfatının söz konusu anlamı içinde, tecrübe alanının ötesinde kalan, deneyim yo­luyla bilinen veya tecrübe edilen dünyanın sınırlarını aşan Tanrı, din felsefesi ve metafizik açısından aşkın bir varlık olmak durumundadır.

Aşkının karşıtı içkindir. Nitekim Tanrı’yı evrenin dışına atmayan, evren ile varlığı bir kılan panteizmin Tanrı’sı içkin bir Tanrıdır.

Öyleyse, metafizik ve teolojide, Tanrı ya da mutlak olan varlık, panteist bakış açısı dışında her görüşte, yetkin, yani her türlü sınırlama ya da eksikliğin ötesinde olma (skolastisizm), kavranamaz olma (gizemcilik), doğadan ayrı olma (deizm) ve doğal insana yabancı olma anlamında (doğaüstücülük), aşkın bir varlık olarak düşünülmektedir.

AŞKINLIK:


Deneyim alanının ötesinde olmak. İçkinliğin karşıtı olma, gözlemlenen dünyanın üstünde ve ötesinde bulunma kalma hâli.

Buna göre, panteizmin dünyanın içinde olan Tanrısı içkin, teizmin yaratılmış olanın dışında yaratıcı olan Tanrısı ise aşkındır.

Aşkınlık, görülen, bilinen, yaşanılan, deneyimsel dünyanın ötesine geçerek, ya da deyiş yerindeyse üstüne çıkarak bir çeşit aşkın bir dünyayla buluşmanın ruh haliyle yazılmış sanat-edebiyat eserlerini nitelemek için kullanılan bir terimdir.

Aşkınlık kavramı, din ve felsefe alanında genellikle hiçbir şekilde duyularla algılanamayan gerçeklikler anlamındadır.

Duyularla algılama anlamı gerçekliğe dayandırılarak iki belirli şekilde ele alınabilir. Bilimsel olarak var olma yapısı birinci bakış açısıdır. İkinci olarak tanrının kabul edilmesi gerekliliği anlaşılmalıdır.

ATOMCULUK:


Kompleks ya da karmaşık fenomenleri, onları sabit ve değişmez parçacık ya da birimlerin toplamları olarak görmek suretiyle açıklayan, fiziki dünyanın, maddi evrenin gözle görülemeyecek kadar küçük parçacıklardan meydana geldiğini savunan görüş.

Atomculuk özü itibarıyla, analitik bir öğretidir ve doğadaki varlıkları bütünlerden çok, parçacıklardan meydana gelen toplamlar olarak görür.

Parçaları bütünün nitelikleri aracılığıyla açıklayan holizmin tersine, atomculuk bütünün gözlemlenen özelliklerini bileşenlerin özellikleri ve hareketleriyle açıklar.

Öte yandan, atomculuk realist bir görüş olup, mekanik bir evren görüşüyle birleşir.

Atomların zihnin öznel yapımları olmayıp, dış ya da aktüel gerçeklikte varolduğunu savunduğu için realist bir öğreti olan atomculuk, gözlemlenebilir olan tüm değişmeleri atomların hareketleriyle açıkladığı için, aynı zamanda mekanik bir görüşü yansıtmaktadır.

Atomculuk, düşünce tarihinde felsefi atomculuk ve bilimsel atomculuk olarak ikiye ayrılmaktadır.

Felsefi ya da metafiziksel atomculuğun kökleri İlkçağ felsefesindedir. Önce Leukippos ve Demokritos, daha sonra da Epikuros ve Romalı Lukretius tarafından savunulmuş olan ve gerçekliğin atomlardan meydana geldiğini dile getiren öğretiye göre, maddenin en küçük bölünemez parçacıkları olan atomlar, varolan her şeyin nihai ve en yüksek bileşenleri olup, yalnızca büyüklük, şekil, katılık ve hatta ağırlık gibi özelliklere sahiptirler. 

Ezeli-ebedi olarak varolan atomlar, basit ve ayrıdırlar, başka bir şeye indirgenemezler. Atomlar, özleri itibariyle değişmezdir, yani özsel doğaları ezeli-ebedi olarak aynı kalır. 

İlk Çağ’da yaklaşık V.yüzyıldaki atomculuk ile öteki atomculuk anlayışlarının farkını da göz önünde tutmak gerekir. İlk Çağ atomculuğunu, dar anlamda atomculuk olarak nitelendirmek yerinde olur. Bu filozofların atomculuk anlayışları duyuma dayalı deney verilerini Parmenides’in, genel olarak da Elealıların "Varlık" ve bunun değişmez olduğu görüşüyle ilişkili olarak maddeyi temellendirmek ve açıklamak isterler.

7. HAFTA: AYDINLANMA


enlightenment ile ilgili görsel sonucu

Felsefe tarihinin ve biraz daha genel söyleyecek olursak, düşünce tarihinin en önemli dönemlerinden biri olan “Aydınlanma” 7. Haftanın ders konusudur.
Bu dönem, düşüncenin akışını değiştirmiş olması nedeniyle ders konusu yapılmıştır. Aydınlamanın ortaya çıkışını hazırlayan faktörler, sonuçları vs. ele alınacaktır.





AYDINLANMA

Aydınlanma Çağı olarak adlandırılan tarihsel dönem, Aydınlanma felsefesinin18. Yüzyılda doğup benimsenmeye başladığı dönemdir.

Batı toplumunda 17. ve 18. yüzyıllarda gelişen ve akılcı düşünceyi eski, geleneksel, değişmez kabul edilen varsayımlardan, önyargılardan ve ideolojilerden özgürleştirmeyi ve yeni bilgiye yönelik kabulü geliştirmeyi amaçlayan düşünsel gelişimi kapsayan dönemi tanımlar.

Aydınlanmaya yol açan başlıca düşünsel gelişmeler Rönesans ve Reform hareketleridir. Aydınlanmanın ilk temsilcileri olarak genellikle Rene Descartes ve Gottfried Wilhelm Leibniz kabul edilir.

Almanya’da Johann Gottfried Herder, Immanuel Kant, Christian Wolff; Fransa’da Denis Diderot, Claude Adrien Helvétius, Montesquieu, Jean-Jacques Rousseau, Voltaire; Büyük Britanya‘da David Hume, John Locke ve Thomas Paine Aydınlanma çağının en önemli temsilcileridir.

Aydınlanma felsefesi ya da 18. yüzyıl felsefeleri genel olarak insanın kendi yaşamını düzenlemesini yeniden gündeme almış, hem düşüncenin hem toplumsal yaşamın köklü değişimlere uğrayacağı bir sürecin fikirsel/felsefi başlatıcısı olmuştur.

Bu yüzyılın sonlarına doğru meydana gelen Fransız devrimi (1789), ve ardından gerçekleşen modernleşme süreçleri, düşünsel anlamda etkilerini ve kaynaklarını aydınlanma felsefesinde bulmaktadır.

Din ya da Tanrı merkezli toplumsal yapının ve düzenlemelerin yerini bu süreçte akıl merkezli toplumsal düzenlemeler arayışı alır.

Geniş ve genel anlamıyla aydınlanma, ortaçağ’da hüküm süren dünya görüşüne karşı yeni bir dünya görüşünün ortaya çıkması ve temelendirilmesi olarak belirtilir.

Bu yüzyıl yeni bir ideal ile tarih sahnesinde yer alır; bu ideale göre, aklın aydınlattığı kesin doğrulara ve bilginin ilerlemesine dayanan entelektüel bir kültür egemen olmalıdır ve bu kültür sonsuz bir şekilde ilerlemelidir.

Böylece ilerleme ideali, insanın geleneğin köleliğinden kurtularak sürekli mutluluk ve özgürlük yolunda gelişeceği düşüncesine dayandırılır. Aydınlanma felsefesinin kaynağı Rönesans felsefesi ve özellikle de 17. yüzyıl felsefesinin ortaya koyduğu ilkelerdir.

Rönesans’tan itibaren düşüncenin tarihsel otoritelerden kurtulması, bilgi ve yaşam hakkında akla ve deneyime dayanmaya başlaması söz konusudur.

17. yüzyıl da bu gelişmeler sistemleştirilip temel ilkelere dönüştürülmeye başlanmış, rasyonalizmin belirginleştiği bu yüzyılda aydınlanma felsefesinin düşünsel temelleri bir anlamda hazırlanmıştır. Sekülerleşme aydınlanma felsefesinin ve genel anlamda aydınlanmacılığın her tür girişiminde temel olmuş olan bir yönelimdir.

18. yüzyıl felsefesinde bir yanda rasyonalizmin öte yandan empirizmin güçlenmesi ve bunlardan meydana gelen teorik sorunların yeni bir takım sentezlerle aşılmaya çalışılması sözkonu olacaktır.

Aydınlanma çağı, aklın ışığında felsefenin de yepyeni bir etkileyicilikle ortaya çıkışına, yaygınlaşmasına, yeni sentezlerle sistematikleştirilmesine etki etmiştir. Bu bakımdan bu yüzyıla "felsefe yüzyılı" denmesi de söz konusudur.

Aydınlanma Çağı, akıl’ı kurucu ilke olarak benimseyerek, tüm toplumsal yaşamın ve düşünüşün buna göre şekillendirilmesine yönelinen dönemdir. Kant, aydınlanmacılığı, "aklı kullanma cesareti" olarak tanımlandığında, genel olarak Aydınlanma Çağı’nın felsefesini vermektedir. 18. yüzyılda Avrupa‘da ortaya çıkıp gelişmiş ve "aydınlanma" fikriyle yaygınlaşmıştır.

8. HAFTA: BİLİM


science ile ilgili görsel sonucu
Felsefeden kopan, ama artık felsefe ile bağlarını koparmış gibi görünen “Bilim”, günümüzün en önemli kavramlarından biridir. Bu nedenle, bu haftanın konusu olarak Bilim ele alınacaktır.






BİLİM

Bilim, fiziki ve doğal evrenin yapısının ve davranışlarının deney ve gözlemler aracılığıyla sistematik bir şekilde incelenmesini de kapsayan entelektüel ve pratik çalışmalar bütünü.

Bilim; neden, merak ve amaç besleyen bir olgu olarak günümüze kadar birçok alt dala bölünmüş, insanların daha iyi yaşam koşullarına kavuşmasına, var olmayan olguları bulmasına ve yeni şeyler öğrenmesine ön ayak olmuştur.

Tüm bilim dalları evrenin bir bölümünü kendine konu olarak seçer, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışır.

Bilim; temelleri sanat tarafından atılmış, her aşamada sanat ve yaratıcılıkla beslenerek insanların hayat koşullarını iyileştirmek için yapılan çalışmaların bütünüdür.

Einstein bilimi, her türlü düzenden yoksun duyu verileri ile düzenli düşünceler arasında uygunluk sağlama çabası, Bertrand Russell ise gözlem ve gözleme dayalı akıl yürütme yoluyla dünyaya ilişkin olguları birbirine bağlayan yasaları bulma çabası olarak tanımlar.

Yüzyıllardır insanoğlunun yeryüzündeki yaşama ortamına duyduğu merak, yaşam standartlarını yükseltecek bir etkinliğe bürünmeye başladı. Olağan gibi görünen olayları anlama çabası, aslında dünyanın gizemlerle dolu bir yer olduğunu ve bunları çözümlemek gerektiği gerçeğini doğurmuştur.

Geleneksel bilim sadece anlamaya ve çözmeye gereksinim hissetse de, ileri safhalara bölünen bilim türleri sadece çözmeyi değil çözümden öte ilerlemeyi de kapsar.

Geçmişe bakıldığında en önemli sayılan bilim dallarından bazıları matematik, geometri, gök bilimi ve tıptır.

Çok çeşitli matematiksel çözümleme sistemlerinin geliştirildiği ilk zamanlardan bu yana hâlâ yeni formüller, sistemler, kuramlar geliştirilmektedir ki bu da bilimin sürekliliğine bir örnektir.

Bilimsel yasalar bilimin vazgeçilmez öğeleri olsa da, hâlen birçok bilimsel yasanın doğruluğu tartışılır düzeydedir. Bilim deneye çok önem verir ve bilimsel yöntem deneye dayanır.

Bu evre, işlenen konuyu daha inandırıcı kılmanın yanında belirli bir çerçeveye oturtur. Sadece kâğıt üzerinde birer kuramken yasalaşabilir ve temel taş niteliğine bürünebilir.

Bilimin sonsuz bir süreç içinde değişimi yadsınamaz bir durumdur. Zaman içinde alt dallara bölünen bilim sayısal ve sosyal alanlarda ayrı konulara bürünmüş; fakat nitelik açısından aynı amaca hizmet etmeyi sürdürmüştür.

Bilimin yazıdan daha önce ortaya çıkmıştır. Bu sebeple, özellikle antik çağlardaki bilimsel buluş, görüş ve keşifleri incelemekte arkeolojinin önemli bir yeri vardır.

Örneğin arkeolojik çeşitli keşiflerin incelenmesi sonrası tarih öncesi çağlardaki ilk insanların çeşitli gözlemler yaptığı saptanmıştır; örneğin mevsimleri takip etmişlerdir. Afrika’da bulunan ve MÖ 35000 ile MÖ 20000 yılları kökenli çeşitli bulgular, zamanı ölçmeye dair çeşitli denemelerin izlerini taşımaktadırlar.

Bununla birlikte teknolojik gelişimin yanı sıra bilimsel etkinliklerin özellikle MÖ 2500 yılında yoğunlaştığı ve ivme kazandığı tespit edilmiştir. Bunun özellikle mimari birçok örneği bugün de görülebilir

9. HAFTA: BİLİM FELSEFESİ, BİLİNÇ, ÇIKARIM ve DEĞER


consciousness ile ilgili görsel sonucu
Bir önceki hafta ele aldığımız Bilim, bağlarını felsefeden koparmış görünse de, felsefenin bakış açısına ihtiyaç duymaktadır. Bilimin felsefe tarafından ele alınması bu haftanın ilk konusunu oluşturmaktadır. Ayrıca, felsefenin olduğu kadar psikolojinin de önemli bir kavramı “Bilinç”; felsefi düşüncenin ve mantığın önemli kavramlarından “Çıkarım”; ahlakın önemli sorunsallarından birisi olan “Değer”, 9. Haftanın diğer konularıdır.





BİLİM FELSEFESİ:

Bilimin doğasına ve özellikle de yöntemlerine, kavramlarına, ön kabullerine ve bu arada, bilimin entelektüel disiplinlerin genel şeması içindeki yerine dair araştırmalar yapan ve düşünceler ortaya koyan felsefi disiplin.

Bilimi felsefi olarak analiz etme görevini üstlenen bu disiplin üç alana bölünebilir:

Bilimin yöntemine ya da yöntemlerine, bilimsel sembollerin doğasına ve bilimsel sembol sistemlerinin mantıksal yapısına ilişkin araştırmalar yapan ilk alanda, bilimsel yönteme ilişkin böyle bir araştırma, deneysel bilimleri olduğu kadar, rasyonel ya da sosyal bilimleri de kapsar.

Böyle bir araştırmanın, hangi bilimleri de kapsadığı, araştırmacının bilim tanımına ve anlayışına bağlıdır. Bilimin yöntemine ilişkin bir araştırma olarak bilim felsefesi, geleneksel mantık ve bilgi teorisinin önemli bir bölümünü içerir.

Burada tümevarım, tümdengelim, hipotez, veri, keşif ve doğrulama gibi terimler tanımlanır ve açıklığa kavuşturulur.

Bilim felsefesinde, buna ek olarak, deney, ölçüm, sınıflama gibi, bilimin daha ayrıntılı, özel ve teknik yöntemleri incelenir.

Yine bilim sembolik bir sistem olduğu için, bilim felsefesinin bu alanında, genel bir göstergeler teorisi de önemli bir rol oynar.

Öte yandan, bilim felsefesinde, bilimlerin temel kavramları, önkabulleri ve postulatları incelenir ve bilimlerin deneysel, rasyonel ve pragmatik temelleri açığa çıkarılır.

Bilim felsefesinin bu boyutu, bilim adamının kullandığı, fakat eleştirel bir incelemeye tabi tutmadığı neden, nicelik, nitelik, zaman, mekân ve yasa gibi kavram ve kategorilere ilişkin bir araştırmayı içerdiğinden, metafizikle belli bir ilişki içinde bulunmak durumundadır.

Bilim felsefesinin bu boyutu, ayrıca bir dış dünyanın varlığına ve doğanın düzenliliğine duyulan inançları da eleştirel bir incelemeye tabi tutar.

Ayrıca bilim felsefesi, özel bilimlerin sınırlarını belirlemeye, bilimlerin karşılıklı ilişkilerini açığa çıkarmaya çalışır. Burada, bilimlere ilişkin bir sınıflama yer alır.

Yine, bilimin toplumsal yönü de, bu çerçeve içinde ortaya çıkar. Bilimin belli bir kültür çevresi içindeki yeri, yani bilimin yönetimlerle, iş dünyasıyla, sanatla, dinle ve ahlakla olan ilişkileri araştırılır.


BİLİNÇ:

Genel olarak, insanda farkındalığın, duygunun, algının ve bilginin merkezi olarak kabul edilen yeti. 

Zihnin kendi içeriklerinin farkında olduğu, içebakış yoluyla bilinen, duyumları, algıları ve anıları ihtiva eden bölümü olarak da tanımlanabilir.

Öznenin kendi üzerine dönüp, kendisini kendi düşüncesiyle kavraması, kendine bir nesne olarak dışarıdan bakması durumu.

Kendi içimizde ya da kendi dışımızda geçen bir şeye ilişkin sezgi. Bilme faaliyeti, bilinen içerik ve her ikisinin de ayırdmda olma hâli arasında var olan ilişki. İnsanın kavram, imge, acı ve kıskançlık türünden aktüel zihin hâlleri.

Genellikle tanımlanamaz ya da yalnızca insanın bilinçli deneyimlerine dolayımsız bir içe-bakışla başvurmak suretiyle tanımlanabilen bir şey olarak görülen bilinç, demek iki doğrultuda analiz edilmiştir. Buna göre, bilinç edimiyle bilincin içeriği arasında bir ayırım yapılabilir ve bunlardan her ikisi de, bilincin ayrılmaz bileşenleri olarak görülebilir.

ÇIKARIM:

Belli önermelerin kabul edilen veya gerçek olan doğruluklarından, yanlışlıklarından, başka önermelerin kabul edilen veya gerçek olan doğruluklarını, yanlışlıklarını çıkarma, istidlal.

Verilmiş bir ya da daha çok önermeden sonuç çıkarma edimi. Doğruluğu doğrudan doğruya bilinmeyen bir önermenin, doğru olarak kabul edilmiş olan başka önermelerle bağlantısına dayanarak doğruluğunu çıkarma işlemi.

Şu biçimde de söylenebilir: "Belli önermelerin kabul edilen ya da gerçek olan doğruluklarından ya da yanlışlıklarından, başka önermelerin kabul edilen ya da gerçek olan doğruluk ya da yanlışlıklarını çıkarmak."

DEĞER:

Ahlak ya da değer felsefesinde, olgu bilincinden sonra ortaya çıkan ve olguya, belli duygulan, arzuları, ilgileri, amaçları, ihtiyaç ve eylemleri olan özneyle ilişkisi içinde, belli nitelikler yüklemeyle belirlenen tavır; öznenin olana, olguya yüklediği nitelik.

DEĞERLER FELSEFESİ (AKSİYOLOJİ)

Değerler Felsefesi etik ve estetik olmak üzere ikiye ayrılır. Etik, insanların ahlaki değerlerini sorgularken, estekik neyin güzel olduğuyla ilgilenir. Neyin etik, neyin estetik olduğunu açıklamak oldukça güçtür, buradan hareketle değerler felsefesi bireylerin davranışlarına temel teşkil eden değerleri araştırmaktadır. 

İnsan eylemleri ve ahlaki değerlerle ilgilenen kısmına etik, doğadaki ve sanattaki güzellikleri, bu güzelliklerin niteliklerini ve güzel takdir yargılarını inceleyen kısmına ise estetik denir. 


10. HAFTA: DEİZM ve DETERMİNİZM


determination ile ilgili görsel sonucu
Deizm kavramı, dinden çok felsefenin sınırları içindedir ve orada ele alınmalıdır. Çünkü dinlerde deizm söz konusu olamaz. Bu nedenle, deizmi felsefi bir kavram olarak ele alıyoruz. “Determinizm” ise, hem dinlerin hem de felsefenin önemli kavramlarındandır. Bu yüzden bu haftaki konumuza dahil edilmiştir.





DEİZM:

Yaradancılık. Tanrı’nın varlığını reddeden ateizmin tersine, bir Tanrı’nın varoluşunu öne süren, fakat dinî ortodoksiyi tanımlayan teizmden önemli ölçüde farklılık gösteren akılcı Tanrı anlayışını tanımlar.

Söz konusu ortodoks olmayan Tanrı görüşünün farklılığı terim olarak, teizmin Yunanca Tanrı anlamına “theos”tan türediği yerde, deizmin yine aynı anlama gelen Latince “deus” sözcüğünden türetilmesiyle ifade edilir.

Başka bir deyişle, on yedinci yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan deizmin savunucuları, bir yandan kendilerini ateist diye nitelenen Spinoza felsefesinden ve bilumum doğalcı öğretilerden fakat özellikle de karşı çıkıp şiddetle eleştirdikleri teist konumdan ayırabilmek için deizm terimini bilinçli olarak kullanmışlardır.

Deizmin ortaya çıkışında empirik bilimlerin aşırı vurgulanması, astronomi ve coğrafya alanlarındaki keşiflerin yarattığı heyecan ve yeni bakış açısı, Descartes’ın felsefi kuşkusu ve rasyonel yöntemi, Bacon ve takipçilerinin ve on yedinci yüzyılda yaşanan politik değişimler etkili olmuştur.

Yeni bilimin nedenselliğiyle birlikte ereksel nedenlerden vazgeçilmesi, empirik temelli doğa biliminin cisimleştirdiği materyalist dünya görüşü ve yeni felsefenin analitik ve eleştirel yapısı, klasik ve geleneksel dinin kurumsal boyutlarının sorgulanmasına götürmüş ve deizm eleştirel ilkelerin din alanına uygulanmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Deizmin eleştirel ve yapıcı yönleri vardır. Eleştirel boyutu itibariyle deizm her şeyden önce çok tanrıcılığa, ateizme ve bilinemezciliğe şiddetle karşı çıkar. Dinin, özellikle moral boyutu dikkate alındığında, değerli bir öze sahip bulunduğuna, dinin tek Tanrı inanışına sahip çıkar.

Tanrı bilgisine aklı temel alarak ulaşabileceğimizi savunan deizm Tanrı’nın varolmadığına ya da Tanrı ile insanlar arasmdaki ilişkilerin bilinemeyeceğini öne süren öğretilere olduğu kadar, dinî hakikatlerin keşfedilip ortaya konmasında aklî olmayan sezgilere ya da duygulara dayanan görüşlere de şiddetle karşı çıkar.

Deizm, aynı çerçeve içinde, dindeki mucizelere de, aklî olmayan vahye de karşı çıkar. Musevi ya da Hıristiyanlar veya Müslümanlar gibi, İlahî mesajı almak üzere seçilmiş, Tanrı’nın doğaüstü armağanına mazhar olan "özel bir halk" bulunduğunu da reddeder.

Tanrı’nın evreni yarattıktan, yasalarını koyduktan sonra ona hiçbir şekilde müdahale etmediğini, mucizeler de yaratmadığını savunan deizm, Hıristiyanlığın teslis öğretisine, tek Tanrılı dinlerde peygamberin kişiliğinde ifadesini bulan aracı karaktere şiddetle karşı çıkar.

Deizm, en çok da dinin kurumsal boyutuna, İlahî mesajı öğretmek ve yaymakla gö­revlendirilmiş olduklarına inanan kişilere, Kiliseye, rahiplere, din adamlarına karşı çıkar.

Hakikatin, dinî doğruların insanlar akıllarını kullanmak bakımından özgür oldukları za­man keşfedilebileceğini öne süren, hataları, dogmatik otorite tarafından işlenen hataları dahi eleştirme özgürlüğü bulunduğu zaman, insanların hakikati keşfedip doğru ve mutlu bir hayat süreceklerine inanan deizmin pozitif iddialan şu şekilde sıralanabilir: 

  1. Sadece tek bir Tanrı vardır.
  2. Tanrı bütün moral ve entelektüel erdemlere sahiptir.
  3. Her şeyi bilen, gücü her şeye yeten Tanrı’nın etkin güçleri, dünyanın İlahî güç tarafından yaratılışı ve bizzat Tanrı’nın eseri olan moral ve fiziki doğa yasaları eliyle düzene sokuluşunda ifadesini bulur.
  4. Olayların düzeni Tanrı’nın genel inayetini ifade eder.
  5. Bunun dışında Tanrı’nın inayetinden, O’nun dünyaya müdahalesinden söz edilemez, zira Tanrı’nın müdahalesi ya da mucizeler yasalı doğal düzenini bozar.
  6. İnsanlar, düşündükleri ve doğalarına uygun seçimlerde bulundukları zaman, salt kendi başına onlara hakikati ve ödevlerini bilme olanağı veren rasyonel bir doğaya sahiptirler.
  7. Tanrı’ya ibadetin en saf şekli ve O’na karşı en temel dinî yükümlülük, ahlaklı bir yaşam sürmektir. Ahlakî bir yaşam sürmüş ve doğaya uygun yaşamış insanlar ödül olarak kurtarılırken, diğerleri cezalandırılır.


11. HAFTA: DİYALEKTİK, EMPİRİZM VE İDEALİZM


dialectic ile ilgili görsel sonucu

“Diyalektik”, felsefenin kendisi kadar eski bir düşünce yöntemidir. Bu kavramının modern dönemlerde, Marksist felsefe ile aynileştirilmesi de bu kavramı önemli ve anlaşılması gereken bir kavram yapmıştır.

Bilim ve bilim felsefesi ile yakın ilişkisi olan “Empirizm”; ayrıca önemli bir felsefi tutum olarak “İdealizm” ele alınacaktır.





DİYALEKTİK

Yunanca kökenli bu kelime, tartışma sanatı anlamına gelmektedir. Akıl yürütme yoluyla araştırma ve doğrulara ulaşma yöntemidir.

Diyalektik, değişik dönemlerde ve değişik filozoflarda çok farklı anlamlar kazanmıştır. Yukarıdaki tanım, bütün filozoflar tarafından kabul edilen tanım değildir.

Diyalektik ilk olarak, bir tez ya da görüşü, onun mantıksal sonuçlarını incelemek yoluyla çürütme yöntemi anlamına gelir. Diyalektik ayrıca, sofistik akıl yürütmeyi, cinsleri türlere bölmeyi ya da cinsleri türlerine ayırarak mantıksal bir biçimde analiz etme yöntemini gösterir.

Yine diyalektik, genel ve soyut fikirleri, tikel örnek ya da hipotezlerden hareket edip bu fikirlere götüren bir akıl yürütme süreciyle araştırma yöntemi olarak ortaya çıkar.

Diyalektik, daha olumsuz bir anlamda, yalnızca olasılı olan ya da genel olarak kabul edilmiş bulunan öncülleri kullanarak akıl yürütmeyi ya da tartışma yöntemini de ifade eder.

Son olarak diyalektik, düşüncenin ve gerçekliğin bir tezle antitezden, söz konusu iki karşıtın bir sentezine varmak suretiyle gelişmesini gösteren varlık ve düşünce yasası olarak kabul edilebilir.

Diyalektiğin farklı filozoflar tarafından nasıl anlaşıldığına değincek olursak: Aristoteles’e göre, bir yöntem olarak diyalektiği, Zenon bulmuştur.

Zenona, dolayısıyla Aristoteles’e göre diyalektik, saçmaya indirgeme şeklinde gerçekleşen akılyürütmeye karşılık gelir. Zenon, diyalektik yöntemini kullanarak, bir karşıtın tezini ya da inancını, onun kabulünden ya mantıksal bir çelişki ya da kabul edilemez bir sonuç çıktığını göstererek çürütür.

Elea Okuluna mensup olmayan Herakleitos’a göre ise, diyalektik evrende hüküm süren ve kendisinden dolayı varolan her şeyin kendi karşıtına dönüştüğü değişme sürecini, karşıtların birliğini ve bunu ifade eden çelişki mantığını ifade eder.

Diyalektik Sokrates’te, soru yanıt yoluyla tartışma tekniğine; Sokrates’in tartışmak üzere karşısına geçen kişiye uyguladığı ve o kişinin verdiği tanımların mantıksal sonuçlarını çıkartmasından ya da tanımların çelişkilerini göstermesinden oluşan çürütme yöntemine karşılık gelir.

Diyalektiği insanoğlu tarafından geliştirilmiş tüm sanatların en üstünü gören Platon’a göre, üç farklı diyalektik vardır:

  1. En yüksek felsefi yöntem olarak değerlendirilen diyalektiğin temelinde, Sokrates’ten miras alınan soru ve yanıt olarak diyalektik, uygun soru ve yanıtlarla tartışma tekniği olarak diyalektik anlayışı vardır.
  2. Diyalektik hipotezlerden yola çıkarak akıl yürütmek demektir.
  3. Diyalektik, bir yöntem olarak bölme tekniğine dönüşür. Platon’un yaşlılık dönemi diyaloglarında görülen söz konusu diyalektik ya da bölme anlayışı, bölünemez olan ve altında yalnızca bireylerin bulunduğu bir türün tanımına ulaşıncaya dek, cinsleri türlerine bölmekten meydana gelmektedir.

EMPİRİZM:

Genel olarak, tüm bilgilerin veya dünyaya ilişkin anlamlı ifadelerin duyu deneyimiyle gerçekleşebileceğini söyleyen, duyu deneyiminin sınırlarının bilginin sınırları olduğunu öne süren görüş.

Deneysel bilimin on altıncı yüzyıldan itibaren kazandığı önem ve kaydettiği başarıların bir sonucu olarak, Bacon, Hobbes, Locke, Berkeley ve Hume gibi İngiliz düşünürleri tarafından savunulan, tüm bilgilerin deneyime, duyu algısına dayandığını savunan görüş.

Dünya ile ilgili tüm bilgilerin ancak deneyim yoluyla doğrulanabileceğini öne süren bu görüş, somutluğa ve tikelliğe vurgu yapar, açıklık ve dakiklik standartlarını ise teşvik eder.

Empirizm soyutlamalara ve genellemelere kuşkuyla bakarken, akıldışı bütün iddiaları ve bilumum batıl inançları reddeder.

İDEALİZM:

Realist, materyalist ve natüralist felsefelerin tam karşısında yer alan idealizm, var olan her şeyin düşünce ile ilişkili olduğunu ve düşünceden çıktığını iddia eden, düşünce dışında nesnel bir varlığın olmadığını kabul eden felsefe sistemleri için kullanılan genel bir kavramdır.

Çok genel olarak ikiye ayrılır. Gerçekliği süjenin zihnine indirgeyen sübjektif idealizm; varlığı ve gerçekliği en genel anlamda düşünceye, en genel tine, başka bir ifadeyle Tanrısal olana indirgeyen, gerçekliğin özneden bağımsız idealardan oluştuğunu savunan objektif idealizm.

12. HAFTA: FENOMENOLOJİ VE İLK FELSEFE


fenomenologia ile ilgili görsel sonucu

Modern dönemlerdeki felsefe ekollerinin en önemlilerinden birisi olması nedeniyle “Fenomenoloji” ele alınacaktır.

Aristoteles’ten itibaren ontoloji ve metafizik anlamında kullanılan “İlk Felsefe” kavramı bu haftanın bir diğer konusudur.




FENOMENOLOJİ

Fenomenlerin bilimi. Bilim verilerinin doğrudan incelenmesiyle elde edilmiş ve somut deneyim konusu olmuş fenomenlere, nedensel açıklamalara ilişkin kavramlardan ve incelenmemiş ön kabullerden bağımsız yaklaşma yöntemi.

Çağdaş Alman filozofu Husserl tarafından kurulmuş olan, bilincin çok çeşitli formlarıyla, dinî, estetik, ahlaki ve duyusal her tür doğrudan deneyimini analiz ederek tanımlayan felsefe ekolü.

Felsefe tarihinde ilk kez olarak Alman düşünür Lambert tarafından Neues Organon adlı eserinde kullanılan fenomenoloji terimi, başlangıçta bir görünüşler kuramı, bir fenomenler teorisi anlamına gelmiştir.

Lambert fenomenolojiyi duyusal tecrübeye ilişkin araştırma anlamında kullanırken, şeylerin bize nasıl göründüklerine dair bir teori geliştirmeye çalışmıştır.

Bilinen felsefe ekolü ve yöntemi olarak fenomenoloji, Husserl'in araştırma ve eserlerinden çıkar.

İşte burada fenomenoloji, deneyim ya da tecrübemizi, kökenlerinden ve gelişiminden ayn ve tarihçi, sosyolog ya da psikologların sunduğu nedensel açıklamalardan bağımsız olarak, gerçekte olduğu şekliyle ve dolayımsız bir tarzda ortaya koyma çabasıdır.

Husserl’e göre, göründüğü şekliyle dünyayı anlamak felsefi faaliyetin çok önemli bir parçadır.

Bu nedenle felsefenin temel amacı bilincin, öznenin bakış açısından görülen, içeriklerine ilişkin bir araştırmayı hayata geçirmek olmalıdır.

20. yüzyılın ilk çeyreğinde görülen bilimlerdeki ve düşüncedeki genel bunalım içinde doğup gelişen bir felesefe akımıdır.

Husserlci fenomenoloji, bu bağlamda, Metafiziği sona erdirerek somut yaşantıya dönmek ve böylece tıkanmış olan felsefeye yeni bir başlangıç yapmak iddiasıyla ortaya çıkmıştır.

İLK FELSEFE:

Aristoteles’in, varlık olmak bakımından varlığın kendisini, varlığın nedenlerini, ilk ilkelerini ve özsel özelliklerini, her tür varoluşun genel ve kalıcı özelliklerini konu alan, değişmez ve aşkın varlığı araştıran ve günümüzün metafizik ve ontoloji anlayışına yakın olan disipline verdiği ad.

Onun metafiziğinde, varlık olmak bakımından varlığa ilişkin araştırma, İlahî olan en gerçek veya par excellence varlık olduğu için, Aristotelesçi anlamda teolojiyi de içerir.

Başka bir deyişle, Aristoteles’e göre ilk felsefe, ya teolojiye ya da ontolojiye karşılık gelir. Teoloji ilk felsefedir, çünkü o en yüksek düzeyden veya tipten varlığa ilişkin bir araştırmadır.

Onun konusu ikinci felsefenin konu alanım meydana getiren fiziki varlıklardan daha üstün bir varlıktır. 

Varlık olmak bakımından varlığa ilişkin bir araştırma anlamında ontoloji de ilk felsefedir, çünkü ontoloji bütün bir varlık dünyasının ilk nedenlerini ve bilimin tüm diğer dallarının varsaydığı ilkelerle yasaları araştırır.

13. HAFTA: KAVRAM VE MADDE


concept ile ilgili görsel sonucu
Felsefenin en önemli araçları kavramlardır. Bu nedenle, felsefe de “Kavram”dan ne anlaşıldığı önemlidir. Bunu gözeterek, bu haftanın ilk ders konusu olarak “Kavram” belirlenmiştir. Varlık ile ilişkili olarak “Madde” ikinci konumuz olacaktır.





KAVRAM:

Bir nesnenin zihindeki tasavvuru; soyut düşünme faaliyetinde kullanılan ve belli bir somutluk ya da soyutluk derecesi sergileyen bir düşünce, ya da ide.

Soyutlama yoluyla elde edilen zihinsel tasavvur olarak kavram, ortak özellikleri paylaşan bir nesneler kompleksinin veya söz konusu nesnelerin paylaştığı ortak özellik ya da niteliklerin psikolojik ya da zihinsel temsili ya da tasarımını ifade eder.

Düşüncenin en küçük ve en temel birimi olan kavram, bir sınıfın üyeleri ya da sınıfın kendisi için kullanılan, betimleyici bir özellik ya da bağıntıya gönderimde bulunur.

Kavram, bir şeyin tasarımını gösteren şeydir. Buna göre, insan bir şeyin tekliğini, onu başka her şeyden ayıran biricikliğini tasarlayabildikten başka, tek ve biricik olanlara ortak olan özellikler yardımıyla, aynı tek ve biricik olanlar için geçerli olan bir genellik de tasarlayabilir.

Kavram denilince de anlaşılması gereken işte bu ikinci tasarımdır. Kavram, bir sözcüğe yüklenmiş, bir sözcükte toplanmış bir bilgiyi ifade eder.

Kavram, tek başına olduğu, yani bir önerme içerisinde özne ve yüklem olarak yer almadığı sürece, doğru ya da yanlış, olumlu ya da olumsuz diye nitelendirilemez.

Buna göre, doğruluk ve yanlışlık, kavramlann değil de, önermelerin bir özelliğidir. Kavramın tek başına yerine getireceği hiçbir işlevi yoktur; onun işlevi, ancak ve ancak önerme içerisinde belli olur.

MADDE:

Duyusal evrenin kendisinden meydana geldiği, meydana gelir göründüğü, ruhsal olmayan, fiziki, doğal, kalıcı, cisimsel töz

Mekânda bir yer işgâl eden, çoğunluk elle tutulabilir ve deneyimsel olarak gözlemlenebilir olup, güç kullanmak suretiyle üzerinde eylemde bulunulabilen şey.

En temel özellikleri yer kaplama, girilmezlik olan maddenin, ayrıca doğası itibarıyla parçacık yâ da atomlardan oluştuğu, bilinemez olduğu, fiziki etkinlik ya da değişme po­tansiyeline sahip bulunduğu, kütlesi olduğu söylenir.

Madde, bu çerçeve içinde, tüm gerçekliğin şekil almamış, belirsiz temeli; varlığın, sürekli olarak değişen sonsuz sayıdaki fenomenle sergilenen dayanağı ve deneyimin temel nedeni olmak durumundadır.

14. HAFTA: MANTIK, MATERYALİZM VE RASYONALİZM


logic ile ilgili görsel sonucu

Felsefenin en önemli disiplini, hatta İslam Düşünce Tarihi’nde felsefe ile aynı görülmüş olan “Mantık” ele alınacaktır.

Önemli bir felsefe ekolü olan “Materyalizm” özellikle tarihsel boyutuyla ele alınacaktır. Felsefenin en önemli iddiası, rasyonel olmaktır.
Hem bu bakımdan, hem de özel bir anlama sahip bir felsefe ekolü olarak “Rasyonalizm” son haftanın son konusu olacaktır.



MANTIK

Öncül ya da öncüllerden bir sonuca giden akıl yürütmenin yapısıyla ilkelerini konu alan bilim dalı. 

Düzgün düşünme, doğru düşünme kurallarının ve formlarının bilgisi olarak mantık, bir şeyin başka bir şeyden çıktığı ya da başka bir şeyin sonucu olduğu bağıntıları inceleyen formel disiplini ifade eder.

Söz konusu olan, konu alman akıl yürütme türüne göre, farklı mantıklardan söz edilebilir. Buna göre, tümdengelimsel akıl yürütmeyi konu alan mantığa dedüktif, tümevarımsal akıl yürütmeyi konu alan mantığa tümevarımsal, pratik akıl yürütmeye dayanan mantığa ise de ontik mantık adı verilir.

Mantık, geçerli akıl yürütmenin koşullan ya da doğru çıkarımın yapısı ve ilkeleriyle meşgul olan disipline karşılık gelir.

Başka bir deyişle, geçerli akıl yürütmeyi konu alan, geçerli akıl yürütmenin sistemleştirilmesini amaçlayan mantık, konusunun içeriği değil de, formu üzerinde yoğunlaştığı için formel mantık ve felsefi mantık olarak ikiye aynlır.

MATERYALİZM:

Yalnızca maddenin gerçek ve var olduğunu, madde ve maddenin değişimleri dışında hiçbir şeyin var olmadığını öne süren felsefi görüş; yer kaplayan, girilmez, yaratılmamış ve yok edilemez, kendinden var olan, hareket etme kabiliyeti olan maddenin, evrenin tek ve temel bileşeni olduğunu savunan varlık anlayışı.

Evrendeki tek tözün madde olduğunu, varlığın fiziki bir nitelik taşıdığını ve evrende tinsel bir tözün bulunmadığını öne süren bu öğreti, yalnızca maddeyi var kabul eder; zihin ya da ruh, materyalizme göre, ikinci dereceden bir varlığa sahiptir.

Gerçek dünyanın, hâlleri ve ilişkileri itibarıyla değişen maddi şeylerden meydana geldiğini savunan materyalizm, maddi bir şey ya da nesneyi ise, sadece mekân ve zaman içinde olma, şekil, büyüklük, kütle, katılık, sıcaklık türünden fiziki özellikler sergileyen bir nesne olarak tanımlar.

Materyalizm, zihin-beden ilişkisi bağlamında da, zihinsel ya da manevi olan her şeyin, geçerli bir felsefi analizle maddeye indirgenebileceği görüşünü savunur.

Dolayısıyla üç tür materyalizmden söz edebiliriz: 1. Zihni maddenin bir sıfatı olarak gören sıfatsal materyalizm, 2. zihni ve zihinsel olanı maddenin ve maddi olanın bir etkisi ya da sonucu olarak yorumlayan nedensel materyalizm ve 3. Zihinsel süreçlerle olayları, özü itibarıyla maddi süreç ve olaylar olarak gören eşitleyici materyalizm.

RASYONALİZM:

Rasyonalizm bilgi hakkında bir iddiadır. Çevremizdeki şeyler hakkında nasıl bilgi sahibi olduğumuzu ve daha da önemlisi bu şeyler hakkında bilgimizin kesin olup olmadığını nasıl bilebileceğimiz hakkında bir teoridir, ister zihinsel olsun ister olmasın, nesneler hakkında bilgi edinmenin en iyi yönteminin zihnin ve mantık süreçleriyle gerçekleşeceğini iddia eden akım.

Modern çağda Descartes, rasyonalist bakış açısını çoğumuzun bildiği basit bir formülle ifade etmiştir: Duyularımın kesinliğinden emin olamayabilirim, onların bana anlattıkları beni al­datıyor olabilir, ama düşünmekte olduğumdan asla kuşku duyamam.

Böylece başlangıç öncülü zihnin işleyişi ilkesi haline gelir. Düşünmekte olduğumu bildiğime göre, bir rasyonalist olarak görevim, kullandığım terimlere ve onların aralarındaki bağıntılara hâkim bir tavırla mantıksal bir doğrultuda ilerlemektir.

O zaman bir düşünce sistemi türetilebilir. Bu düşünce sistemi de, zihnin işleyiş tarzı, dış dünyanın doğası, iyinin niteliği, güzellik sorunu ya da toplumun ve siyasetin oluşması gibi çeşitli felsefi sorunlara uygulanabilir.

Rasyonalizm, zihin dışında var olan dünyanın gerçekliğinden kopma olasılığı ve evrenin karmaşıklıklarını mantıksal analize indirgeme çabası içinde olması nedeniyle eleştirilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

FELSEFİ DÜŞÜNCENİN ÖZELLİKLERİ

ESKİÇAĞ YUNAN DÜŞÜNCESİ BAĞLAMINDA FELSEFENİN KURULUŞU: FELSEFİ DÜŞÜNCENİN ÖZELLİKLERİ Felsefi düşüncenin temel niteliğini oluşturan yargılardır. Felsefe kişisel bir uğraş olduğu için aynı problemi herkes kendine göre kurmak, önemsediği sorularla ilgili kendi cevaplarını oluşturmak ve onları gerekçelendirmek zorundadır. Felsefe tarihi ve filozoflar felsefenin iskeletidir, onu giydirmek felsefe yapmaktır. Bu amaçla, Eskiçağ Yunan Düşüncesini, kaostan düzene, mitolojiden felsefeye giden yolu ve ilk filozofları anlatarak felsefi düşüncenin özelliklerini vurgulamaya çalışacağız. Felsefe Öncesi Aristoteles “bütün insanlar doğal olarak bilmek ister” derken aslında keyfi bir bilme isteğine vurgu yapar. Dünya çetin bir yerdir ve insan hayatta kalmak için bilmek zorundadır. Eliade’ye göre insanlaşma süreci ayağa kalkma ile başlamıştır ve bu dik duruş, mekansal farkındalık yaratmıştır. İlk insan bu sınırsız, meçhul, tehditkar boşluğun içine atılmış hissetmekten yola çıkarak gelişir (Eliade, 2018...

Sosyoloji I Ders Notları

4. KÜLTÜR 4.1. KÜLTÜR NEDİR "İnsanın toplumun bir üyesi olarak elde ettiği, bilgi, inanç, sanat, ahlak, hukuk, adetle ve diğer yetenekler ile alışkanlıklardan oluşan karmaşık bir bütündür”. 4.2. KÜLTÜRÜN ÖĞELERİ  Değerler Değerler, bize iyi, kötü, güzel, çirkin, ahlaki, gayrı ahlaki veya arzu edilen ve edilemeyen şeyler hakkında ölçütler sunar. Farklı dinlerden ve gruplardan oluşan modern çoğulcu toplumda değer yönelimi son derece karmaşıktır.Değerler, belirli sosyal sonuçlara yol açar.  Değerlerin genel işlevlerini şu şekilde sıralamak mümkündür: Değerler, kişilerin ve birlikteliklerin toplumsal değerinin yargılanmasında hazır araç olarak kullanılır. Değerler kişilerin dikkatini istenilir, yararlı ve önemli olarak görülen maddi kültür nesneleri üzerinde odaklaştırır. Her toplumdaki ideal düşünme ve davranma yolları, değerler tarafından işaret edilir. Değerler kişilerin toplumsal rolleri seçmelerinde ve gerçekleştirmelerinde rehberlik eder. Değerler...