1. Felsefenin Dönüm Noktası ve Sokrates
Ardında kendisine ait hiçbir eser bırakmadığı halde, Batı felsefe tarihi Sokrates'ten önce ve sonra diye ikiye ayrıldığına göre, Sokrates'in felsefedeki yeri ve öneminin eşsizliği tartışılmaz bir gerçektir. Sokrates'in felsefi düşünceleriyle bire bir tanışıklığımız gerek Ksenophanes'in gerekse Parmenides, Empedokles ve Demokritos'un felsefi düşünceleriyle olan tanışıklığımızla karşılaştırıldığında yok denecek kadar azdır. Ama hayranlarının, özellikle Platon ve Ksenophon'un elinden çıkma kitaplardaki yorumlardan edinilen bilgilerle oluşturulan Sokrates karakteri felsefe tarihinin bütün aşamalarında öyle derin bir yer edinmiştir ki, onu kendisinden önceki tüm düşünürlerin önüne geçirdiği gibi Batı felsefesinin miladı sayılacak bir dönemin de baş filozofu kılmıştır.
Sokrates eskinin dini fikirleri, ahlak ilkeleri ve bilimsel kavramlarıyla artık soluk alamayan çağına doğa felsefesinin dar sınırlarını genişleterek, bilimsel bir ahlak sunarak ve zihinlere eleştirel bir düşünce yöntemini zerk ederek bir yanıt verilebileceğinin farkına varınca, ilk işi felsefeyi Miletos'un göklerinden yeryüzüne, yaşadığımız dünyaya, hatta tek tek bireye indirmek olmuştur ve bu başarısıyla kendisi adeta göklere çıkarılmış, tanrısallaştırılmıştır. Bu yüzdendir ki antikçağda çoğu felsefe okulu onu kurucusu saymaktan onur duyar, pek çok filozof onu filozofların en kusursuz örneği olarak görür, ortaçağda ne zaman bir mantıkçı ya da metafizikçi akıl yürütmeyle ilgili bir örnek verecek olsa hemen onun aklına başvurur. Aynı şekilde modern çağlarda da onun özellikle yaşama bakış tarzı, farklı alanlarda uzmanlaşan, özellikle zorba bir yöneticinin hükmü altında yaşamak zorunda kalan ve toplumda kabul gören fikirlere, siyasal rejime karşı geldikleri takdirde hüküm giymeleri an meselesi olan filozofların yaşama bakış tarzı olur, hepsi onun "Sorgusuz sualsiz bir hayat, yaşanmaya değmez!" ifadesini kendisine düstur edinir.
Özel yaşamı zor sınavlardan geçen, buna rağmen her an, hatta ölümün karşısında bile dimdik ayakta durmayı başaran ve belki de bu yüzden bilge sıfatını tam anlamıyla hak eden Sokrates İÖ 490 yılında Atina'da bir taş işçisinin ya da heykeltıraşın oğlu olarak dünyaya gelmiş ve Perikles devri demokrasisinin Yunan dünyasına egemen olduğu yıllarda yaşamıştır. Hayatının ilk yarısını kapsayan dönem, Atina'da sanatın ve edebiyatın altın çağını yaşadığı, sokakların Phidias'ın heykelleriyle ve birbirinden güzel binalarıyla donandığı, aydınların Aiskhylos, Sophokles ve Euripides'in o muhteşem trajedileriyle soluklandığı, tarihin b abası Herodotos'un Pers Savaşları'yla ilgili bilgilerini kaleme aldığı ve Anaksagoras'ın kendi felsefesini Atinalılara tanıttığı bir dönemdir.
Hayatının ikinci yarısı ise Yunan göklerinin Peloponnesos Savaşları'yla (İÖ 431 - 404) bulutlandığı, Atina'nın Yunan dünyasındaki ününü cengaver Sparta'ya kaptırdığı bir döneme denk gelir. Hatta kendisinin de bu savaşın özellikle ilk yansında orduya hizmet ettiği ve İÔ 422'deki Delion savunmasında cesaret örneği gösterdiği ve savaşın son yıllarında Atina'ya geri döndüğünde Kent Meclisi'nde görev aldığı söylenir. Savaş bittiğinde Atina Sparta'ya teslim olmakla kalmayıp demokrasisini de Sparta'nın oligarşisine ve Otuz Tiran yönetimine teslim edince, Atina halkı ve Sokrates için de zor günler başlamış oldu.
Sokrates yasal olmayan düzenlemelerin hep karşısında durdu,ama daha sonraları bu oligarşinin yıkılıp da yerine yeniden demokrasinin inşa edilmesi hareketinde yer almadı. Onun bu tutumu hem demokratları hem de aristokratları oldukça rahatsız etti. Bunun üzerine demokratların arasından Anytos ve iki yandaşı tarafından hakkında dava açıldı ve "hem yeraltında hem de gökte ne olup bittiğini araştırmakla, devletin tanıdığı tanrıları tanımamakla, onların yerine yepyeni başka tanrılar tanıtmakla, gençlerin ahlakını bozmakla ve devletin yasalarına itaat etmemekle" suçlandı ve idamı istendi. Duruşmasıyla ilgili kesin bilgi içeren bir belge olmamakla birlikte yine hem Ksenophon'un hem de Platon'un metinleri ışığında, bu cezanın yürürlüğe konduğunu ve önce hapse atıldığını, sonra da İÔ 399 baharında infazcısının elinden baldıran zehrini içip öldüğünü biliyoruz.
Sokrates hakkındaki vatana ve dine hıyanet suçlamaları aslında sadece Anytos'un önderliğindeki demokratlarca yapılmamıştı. Daha önceleri. İÖ 423 yılında komedi yazarı Aristophanes Nephelai (Bulutlar) adlı eserinde bir anlamda onun ipini çoktan çekmişti. Çünkü bu komedinin ana karakterlerinden birinin adı Sokrates'ti ve bu karakter safsatacı olarak değerlendirilen sofistlerle bir tutulan bir öğretmendi. Öğrencilerine değişik kanıtlama yöntemleri öğretip kafalarını bozuyor, onları ailelerine karşı kışkırtıyordu. Bununla da kalmayıp geleneksel dini töhmet altında bırakacak, bu dine duyulan saygıyı azaltacak derecede gökbilimiyle ilgili değişik bilgiler veriyordu. Öğrenciler artık devletin pantheonundan (tanrılar topluluğu) değil, hava, aither, bulutlar ve khaostan, yani yepyeni bir pantheondan yardım diliyorlardı. Onların önceden bildiği gibi dünya Zeus tarafından yönetilmiyordu artık, Dinos (Döngü, Burgaç, Anafor) tarafından, yani göksel cisimlerin devinimiyle yönetiliyordu. Kısacası bu komedideki Sokrates karakteri gençlere devlet, toplum ve dinle ilgili yeni ve bir o kadar da tehlikeli bilgiler öğretiyordu, hatta öğrencilerinden birinin ondan öğrendiği hitabet tekniklerini ve kanıtlama yöntemlerini kendi babasına karşı kullanmasına ve babasının öfkeden kudurup okulunu yakmasına varacak kadar tehlikeli bilgiler.
Bu oyun bir komedi oyunu olduğundan öyle pek de ciddiye alınmayabilir belki, ama yazık ki o sıralarda Anaksagoras'ın Güneş'in ateşten bir kütle olduğunu iddia ettiği için sürgüne yollanması, toplumun genel din ve otoriteyi sarsıcı tutumlara nasıl hassas bir yaklaşım içinde olduğuna ışık tutacağı gibi, gerçek hayattaki Sokrates'e çok benzeyen Aristophanes'in Sokrates karakterinin özellikleri ve onun gençlerin zihinlerine gökbilimle ilgili zerk ettiği yeni düşünceler hesaba katıldığında, filozof açısından tünelin ucunun pek ışıklı görünmediği açıktır.
Sokrates toplumunun bu hassasiyetini bilmez değildir, ama içinden gelen hakikatin sesine de bir türlü direnememektedir. Çünkü o doğru olanı söylemek, öğretmek ve bunun ardından gitmek gerektiğine inanır. Atina'yı ve dolayısıyla Yunan toplumunu ışığa kavuşturacak, halkını huzura erdirecek her türlü fikrin arkasında durur, bunun için gerekirse yine içindeki sese kulak kabartarak yeni fikirlere de açık olmak zorunluluğunu hisseder ve özellikle geleceğin yurttaşları olarak gördüğü gençliği eğitmesi gerektiğine inanır.
2. Ksenophon'un Dilinden Sokrates
İÖ yak. 430-354 yılları arasında yaşamış ve Sokrates 'in öğrencisi olmuş Atinalı filozof ve tarihçi Ksenophon'un kaleme aldığı Memorabilia (Hatıralar) adlı eser, Sokrates hakkında bilgi edinebileceğimiz en önemli kaynaklardan biridir.
Ksenophon'a göre her şeyden önce Sokrates gizlisi saklısı olmayan bir adamdı. Sabahları gezintiye çıkar, gymnasiona gider, öğlene kadar da orada vakit geçirirdi. Günün geri kalanında da kentin kalabalık sokaklarında gezinip halkla sohbet ederdi.
Sokrates'in gençleri doğru yoldan çıkardığı konusundaki suçlamaya gelince, Ksenophon için bu suçlama da oldukça yersizdir. Ona göre gerek düşünceleri gerekse davranışları birer ahlak örneği oluşturan bir adamın böyle bir suçlamaya maruz kalması olacak şey değildir. Sokrates her konuda insanların en iradelisidir. Soğuğa, sıcağa dirençlidir, her türlü yorgunluğa dayanıklıdır. Azla yetinmeyi bilir, boğazına düşkünlüğü yoktur. Kendisi böyleyken başkalarını oburluğa, ahlaksız ilişkilere ve tembelliğe, miskinliğe sürüklemesi söz konusu bile olamaz. Aksine o her zaman için insanlarda erdem sevgisi uyandırmaya, onları ruhlarını tanıyıp doğru dürüst bir insan olmaya yöneltmeye çalışmış, kendi kusurlarını kendileri görsün ve düzeltsinler istemiştir.
Ksenophon Sokrates'in devletin yasalarını hor görmekle, kurulu düzeni bozmakla suçlanmasını da haksız bulur. Çünkü ona göre insanlara yanlış uygulamaları göstermek, devlet yöneticilerinden yurttaşlardan daha üstün bir güç olduklarına inanıp da kibirli bir ruh haline bürünmemelerini istemek, onları salt doğruya davet etmek asla bir suçlama nedeni olamaz.
Sokrates'e atfedilen suçları böyle teker teker yok sayan Ksenophon, onu her konuda ve her şekilde insanlara yararı dokunan bir şahıs olarak değerlendirir. Ona göre Sokrates'le birlikte olmak, onun yamacında yaşamak insanların en çok isteyeceği şeydi. O bedeni güzel olanları değil, ruhu güzel olanları seviyordu. Yaratılıştan iyi olanları, öğretilen şeyi çabuk kavramalarından, kavradıkları şeyi bir daha hiç unutmamalarından, gerek bireysel olarak yaşadıkları evle gerekse toplu olarak yaşadıkları devletle ilgili ne var ne yoksa her şeyi bilip öğrenmek istemelerinden tanıyordu. Böyle insanların, yani ruhen güçlü, yetenekli ve üstlendikleri işin sorumluluğuna vakıf insanların eğitim görürlerse ileride üstün insanlar olacaklarına inanıyordu. Zenginlikleriyle böbürlenip eğitime hiç gerek duymadıklarını, tek amaçlarının istedikleri şeyleri elde etmek ve toplumdan saygı görmek olduğunu söyleyenleri de sadece uyarıyor ve onlara şöyle diyordu: "Yararlı ile zararlıyı birbirinden ayırt etmeyi öğrenmeden bu isteğinizin gerçekleşeceğine inanıyorsanız, aptalsınız."
Aynı şekilde çok iyi eğitim alıp bilge olmakla övünenleri de uyarıyordu. Kendi yanına toplanıp da bir şeyler öğrenmeye çalışanlara ilk öğrettiği şey ölçülü olmaktı. Ölçülü olmadan bilgelik taslamaya çalışanların kötü işlere daha yatkın olacaklarını ve adaleti tanımayacaklarını düşünüyordu. Doğru dürüst bir iş yapmak için insanın en başta kendisini denetlemesi gerektiğini söylüyor ve bu gibi kimselere iradeli olmanın ve mantıklı düşünmenin yollarını gösteriyordu.
Kendisi bilgeydi, çünkü iradeli, ölçülü, mantıklı ve ahlaklıydı. Yararlıyı yararsızdan, iyiyi doğrudan, güzeli çirkinden akıl yürüterek bulabiliyordu. Kendi içinde dengeli, sözlerinde ve davranışlarında tutarlıydı. Herhangi bir konuda hırsı ya da saplantısı yoktu. Edindiği bilgi, onu her türlü tutkudan arındırmayı başarmıştı. Kendisini profesyonel bir eğitimci olarak görmüyordu, öğrettiği her şey yaşamdan alınan örnekler doğrultusunda, mantıksal örgüler içinde sunuluyordu. O sadece insanı dürtüyor ve içindeki erdemi görmesini sağlıyordu. Anaksagoras gibi gerek fizik gerekse astronomi alanında gereksiz ve boş bilgiler vermiyordu insanlığa; erdemi öğretiyordu, yani eğitimin temelini. Sonra Sofistler gibi para da almıyordu karşılıklı konuşmalarından, sohbetlerinden, diyalektik düşünceyi uygulayarak insanın ruhunda varolan doğruyu çıkarmaktan.
3. Felsefenin Atsineği
Platon'un diyaloglarına sinen Sokrates karakteri, meraklı, sorgulayıcı, araştırmacı bir karakterdir. Doğrunun peşinden koşarken karşısındakini de sürekli dürter, onun da merak etmesini, sorgulamasını, araştırmasını ister. Hatta bu tavrını Apologia Sokratous (Sokrates'in Savunması) adlı diyalogda uyuz bir ata dadanan atsineğine (myops) benzetir. Burada uyuz ya da uyuşuk at, Atina ve Atina'nın siyaset meydanıdır. Sokrates bir atsineği olarak bu ata konmuş ve onu sürekli mahmuzlamakta, yani uyandırmaya çalışmaktadır ki, Atina bir gün bu uyuşukluğundan silkinip tekrardan düşünebilsin, ufku açılsın, kendini eleştirerek yeni düşünceler bulabilsin ve doğru olanı görebilsin.
Karşılıklı konuştuğu kişilere sürekli sorular sorar Sokrates ve bu sorularla onları inandıkları şeyleri bir kez daha düşünmeye, neyi bilip neyi bilmediklerini sınamaya teşvik eder. Bu sınamayı özellikle bir iddianın aksini ispat etmek için kullanılan çapraz sorgulama yöntemiyle (elenkhos) yaptırmaktan hoşlanır. Önce bir iddia atar ortaya ya da bir soru sorar ve karşısındakinin yanıtını bekler. Sonra başka başka önermelerle ya da sorularla devam eder sorgulamasına, ta ki karşısındaki kişi ilk söylenen sözün anlamını yakalayana ve doğru olduğuna kani olana değin. Ama aslında bu ilk söylenen yanlıştır ya da genelde yanlıştır; karşısındaki kişi tam anlamıyla bir çıkmazın (aporia) içine düşer. Ne var ki bilmediğini de bu şekilde bilmiş ve doğru bilginin ancak eleştirel bakış açısına sahip olmakla ve ayrıntılı bir araştırmayla bulunacak bir bilgi olduğuna da bire bir tanık olmuş olur. İşte özellikle erken dönem diyalogları hep bu şekilde ilerler.
Bu yöntemin uygulanış şekli, okuyucuya Sokrates'in sorgulama konusunun baştan itibaren bilincinde olduğu, sırf karşısındakinin bilgisizliğini ortaya çıkarmak istediği izlenimini verir. Ama çoğunlukla Sokrates bunun böyle olmadığını söyler ve Kharmides'teki örnekte olduğu gibi, "Sanki sorguladığım meseleleri biliyormuşum ve istesem seninle aynı görüşte olurmuşum gibi hareket ediyorsun," der karşısındakine ve devam eder: "Oysa ben de seninle birlikte bu konuyu araştırıyorum, çünkü bilmiyorum. Ancak bunu inceledikten sonra sana katılıp katılmayacağımı söyleyebilirim." Sokrates'in soruşturma konusunu gerçekte bilmediği düşünülse bile, en azından konuyla ilgili bir kanaate ve doğru bilgi edinme yöntemine sahip olduğuna inandığı da açıktır. Aslında bazı metinlerde hem Sokrates hem karşısındaki konuşmacı sorulan sorulara tam bir cevap bulamamanın hayal kırıklığını yaşıyorlarmış gibi görünse de, okuyucu Platon'un usta işi metin örgüsünden soru-cevapların arasında Sokrates'in zihnindeki doğruyu yakalayabilir.
Bu nedenle diyalogların okuyucusu iki şekilde düşünmek zorundadır: Ya Sokrates hakikaten sorduğu soruların cevabını bilmemektedir ve sorduğu sorularla işin doğrusunu öğrenmeyi istemektedir ya da öğrenilmesi gereken doğru meseleleri bulup çıkarmakta ve karşısındakinin kafasını bulandıracak, onun bilgisizliğini ortaya çıkaracak derecede doğru sorular sormada sıra dışı bir yeteneğe sahiptir. Ne şekilde düşünülürse düşünülsün, Sokrates'in elenkhos yönteminde kullandığı bu retorik teknik bir eiröneiadır ve Sokrates eiröneiayı yüksek bir ifade sanatı haline getirmeyi başarmıştır. Zaten kaderinin cilveleri de bizzat kendisinin ironik bir karakter olmasına baştan izin vermiştir. Hakkındaki suçlamalara yanıt verdiği, yaşamının en kritik anında bile Atinalılara kendisini öldürürlerse kendisi gibi bir başka atsineği bulamayacaklarını söylerken, kendisini gençleri kışkırtmakla suçlayanların arasında yer alan ve vatansever olduğu söylenen Meletos'la konuşurken ve bunlar gibi sayısız örnekte bu ironik karakteri ve ironik ifade tarzını görebiliriz.
Bir Sokrates karakteri daha vardır bu diyaloglarda; örneğin Politeia, Phaidros, Phaidön ve Philebos'ta. Bu öğretici ve şüpheleri ortadan kaldırıcı bir karakterdir. Bu yüzden sorulan sorular sadece karşısındaki kişiden onay bekler tondadır. Bazen de Protagoras, Menön ve Gorgias'ta olduğu gibi, hem çıkmaza sürükleyici hem de öğretici üslupla donanımlı bir Sokrates çıkar karşımıza.
İşte Sokrates'in zaman zaman insanı çıkmaza sürükleyen, zaman zaman öğreticilik içeren bu karakterleri ve özgün tavırları, retorik sanatlarını kullanma ustalığı ve öğretisinin merkezine doğa düşünürlerinden farklı olarak insanın ve toplumun doğasını yerleştirmesi, bir b akıma Sofistlerin amacına benzer bir amaçla yola çıkmış olduğunu hissettirir. Evet, ayrıntıda Sofistlerle arasında benzerlikler olsa da, temel farklar da vardır. Öğrencilerinden para almamasından öte, en temel fark tümel bir doğrunun olabileceğine inanmış olmasıdır. Oysa hatırlanacak olursa Sofistlerin bilgi anlayışında tümel anlamda geçerli bir doğru ya da ölçü yoktur.
Sokrates öğretisine neden insanı merkez alarak işe başlamıştır? Neden felsefe tarihinde ahlak felsefesinin başlatıcısıdır? Neden önce doğanın özü, doğa olaylarının yasalarını ele almamıştır? Çünkü o doğayı anlamaya başlamanın tek yolunun insanı anlamak olduğuna inanmıştır. Bu olmadan, tanrısal olanı anlama girişimleri boş ve faydasızdır. Buradan hareketle kendi öğretisinin merkezini ahlak üzerine temellendirmiştir. En başından itibaren de bütün çabası, ahlakı yeniden inşa etmek ve akıl ürünü bilgi sayesinde onu derinlere yerleştirmek olmuştur. Bu bilgi, bütün ahlak bilgisidir ve doğru bir ahlakın ayrılmaz parçasıdır. Bir insan, ahlaklı olmak, doğru davranmak için önce açık ve seçik şekilde bunun bilgisine ulaşmalıdır.
Öyleyse Sokrates'e göre doğru davranış için doğru bilgi şarttır; doğru bilgi olduğunda ise bunun ardından doğru davranışın geleceği de apaçıktır. Bilgi, insanın sahip olduğu en büyük güçtür ve duygulara yenik düşmesi imkansızdır. Erdem (arete), salt erdem olarak bu bilgiye dayanır. Sokrates'in bilginin erdem olduğuna dair bu ana düşüncesi Aristoteles'te de açıkça ortaya konmuştur.
Bilgiyi hiçbir duygunun alt edemeyeceği, bu bilgiden pay alan tek tek erdemlerde kendini gösterir. Böylece insan cesursa tehlikelerin karşısında nasıl doğru davranacağını bildiği için cesurdur; adilse insanlar için neyin doğru olduğunu bildiği için adildir; dindarsa tanrılar için neyin doğru olduğunu bildiği için dindardır; aklıselim sahibi ve bilgeyse iyi ve soylu olanı nasıl elde edeceğini, kötü olandan da nasıl sakınacağını bildiği için sağduyu sahibi ve bilgedir. Ama örneğin gözü kara ya da cüretkarsa doğru bilgiden yoksun olduğu için böyledir.
Sokrates'e göre erdem insanı mutluluğa (eudaimönia), yani hazza götürecek en iyi araçtır, çünkü kendiliğinden mutluluk yaratacak güce sahiptir. Ama insan sadece erdeme sahip olmakla mutlu olmaz, aynı zamanda bu erdemi eylemlerinde de göstermek durumundadır, yani doğru davranışlar sergilemek zorundadır.
Mutluluk her insan için son erektir ve bu mutluluk çoğu insanın bildiği gibi bir mutluluk (hedone) değildir. Sokrates'in bahsettiği mutluluk, hiçbir zaman tam olarak tanımlanmamış bile olsa, genel anlamda iyiyi kötüden, hazzı acıdan düzgün bir şekilde ayırt edebilme erdemine sahip olmaktır.
Erdem, salt erdem olarak her insanda mevcuttur ve üstelik her insan erdemli olmaya eğilimlidir, bu yüzden hiçbir insan bilerek ya da kasten yanlış yapmaz. Demek ki Sokrates için bilgi bir imkan, bir potansiyeldir (dynamis). Bu yüzden her insan ömrünce bilginin ya da erdemin ne olduğunu öğrenmeli ve ruhunu eğitmelidir. Bunun için de önce kendini bilmeli, kendi isteklerini tanımalıdır. Çünkü ne istediğini bilen insan, kendisi için sağlıklı olacak şekilde davranır; ne istediğini bilmeyen insansa, kendisi için zararlı olacak şekilde. "Kendi kendime şöyle düşündüm," der Sokrates, "ben o adamdan daha bilgeyim; çünkü aslına bakarsan her ikimizin de bildiği güzel, iyi bir şey yok, ama o adam bir şey bilmediği halde bildiğini sanıyor, bense hiçbir şey bilmediğimden, bildiğimi de düşünmüyorum."
Platon, Sokrates için bir dynamis olan bilgiyi ona ebe karakteri yakıştırarak anlatır sonraki dönem diyaloglarında, özellikle de Theaitetos'ta. Öncelikle erken dönem diyaloglarının "hiçbir şey bilmeyen, teorik ve metafizik anlamda kesin kararları olmayan, sadece insanların bilebilirlik sınırlarını görmelerine yardımcı olan" düşünürüne bizi geri götürmek için, ikincil olarak da soru-cevap yönteminin (elenkhos) insanı şaşkınlığa düşürmekten çok sahiden inandığı şeyleri de nasıl ortaya çıkarabileceği göstermek için yakıştırır bu sıfatı. Sokrates'in bir ebe olarak doğurtma sanatını (maieutike) kullanmasının nedeni, her insanın sahip olduğu bilgiyi, yani sıradan insanın sıradan bilgisini ortaya çıkarmaktır.
Sokrates'in doğurtma sanatının niteliğini gösteren en iyi kaynak Menon diyaloğudur. Bu diyaloğunda Platon, Sokrates ile Menon'un bir kölesini geometri konusunda karşılıklı konuşturur. Köle hiç geometri bilmediği halde Sokrates'in kendisine sorduğu sorularla, akıl yürütmeleriyle, tanımlamalarıyla sonunda bir geometri problemini çözer.
Sokrates'in bir köleye geometri problemi çözdürmeye çalışmasının altındaki sır, her insanın ruhunda bu dünyaya gelmeden önce her şeyin bilgisinin saklı olduğudur. Doğru bir yöntemle yaklaşıldığında, ruhtaki bu gizli bilgiler yavaş yavaş zihne akmaya başlayacaktır. Dernek ki Sokrates için öğrenmek, aslında sadece hatırlamaktan (anamnesis) ibarettir.
Sokrates ömrü boyunca doğrunun yolundan ayrılmamayı, yanlış yapmamayı ve yanlışa niyetlendiği anda da gerisingeri dönmeyi gönlündeki sese (daimonion) borçlu olduğunu söyler. Bu ses tanrısal bir işaret ya da tanrısal bir güçtür ve çocukluğundan beri gönlündedir. Ne zaman bir şey yapmaya niyetlense bu ses onu durdurmuştur, ama neden durdurduğuna dair bir şey söylememiştir; "Dur, Hayır!" diyen bir sestir adeta. Sokrates bunun nedenini aklıyla bulmak zorundadır; tıpkı yaşamının en kritik anında çocukluğundan b eri duyduğu bu sesi duymamasına önce şaşırıp sonra bunun niye böyle olduğunu fark ettiğindeki gibi: " ... Şimdi bana ne olduğunu size anlatmak istiyorum. Çünkü, yargıçlar, ... tuhaf bir şey oldu bana. Şu her zamanki tanrısal uyarıcım şimdiye kadar hep benimle konuşmuştur ve en ıvır zıvır konularda bile yapmamam gereken bir şeyi yapmaya koyulmuşsam bana engel olmuştur. Ama bugün, siz de takdir edersiniz ki kötülüklerin en kötüsü olduğu düşünülen ya da öyle tasavvur edilen bu olayı yaşıyorum. Ama şu tanrısal işaret bana engel olmadı, ne bu sabah evden çıkarken durdurdu ne de buraya, mahkemeye geldiğimde; ne konuşmamı yaparken ne de bir şey söyleyecek olduğumda. Oysa başka zamanlarda konuşmamım tam ortasına girip sözlerimi kesmiş ve beni durdurmuştur. Ne var ki bu olayda ne davranışlarıma ne de sözlerime bir dur dedi. Nedendir dersiniz? Size şöyle anlatayım: Bu yaşadığım olay hiç tartışmasız iyi bir şey de ondan; ölümün kötü bir şey olduğunu düşünürsek yanılırız da ondan. Bunun en iyi kanıtı da bana böylece gösterilmiş oldu; çünkü iyi bir şeyle karşılaşmayacak olsaydım, şu alışıldık işaret kesinlikle beni durdururdu."
Yorumlar
Yorum Gönder