1201'de, Kabe'nin çevresinde dönerken, Muhiddin Arabi kendisinde büyük ve kalıcı etki yaratan bir görüm gördü. Nizam adlı genç bir kız görmüştü; kız göksel bir hâle ile çevriliydi ve Muhiddin onun Sophia'nın, tanrısal Bilgeliğin vücut bulmuşu olduğunu anladı. Bu tecelli, eğer felsefenin akılcı tartışmalarıyla sınırlı kalırsak bizim Tanrı'yı sevmemize olanak olmadığını anlamasına yaradı. Felsefe Allah'ın aşkınlığını vurguluyor ve bize hiçbir şeyin O'na benzemediğini anımsatıyordu. Böyle yabancı bir Varlığı nasıl sevebilirdik? Ancak yaratıklarında gördüğümüz bir Tanrı'yı sevebiliriz; Futühatü’l-Mekkiye'de şöyle açıklıyor:
"Bir varlığı güzelliği için severseniz, sevdiğiniz Tanrı'dan başkası değildir, çünkü O Güzel Varlık'tır. Böylece bütün yönleriyle, sevginin amacı yalnızca Tanrı'dır".
Kelime-i Şahadet bize Allah'tan başka gerçek ilah olmadığını anımsatır. Sonuç olarak, O'ndan başka güzellik de yoktur. Tanrı'nın kendisini göremeyiz ama Nizam gibi, yüreklerimize sevgi esini veren, kendisini göstermek için seçtiği yaratıklarda O'nu görebiliriz.
Gerçekten de mistik, Nizam gibi bir kızın gerçekten ne olduğunu görmek için kendi kutsallığını kendisi yaratmakla görevliydi. Sevgi özünde görünmez kalan bir şeye duyulan özlemdi; insani sevgimizin bu kadar hayal kırıklığı doğurması bundandı. Nizam "araştırmanın nesnesi, benim umudum ve Saf Meryem oldu". Divan'ın girişinde açıkladığı gibi:
"Bu çalışmam için oluşturduğum mısralarla tanrısal eskilere, ruhsal ziyaretlere, Meleklerin Zekâ dünyasıyla [bizim dünyamızın] karşılıklarına başvurmayı hiçbir zaman bırakmadım. Bunu yaparken her zamanki simgelerle düşünme usulüme dayandım; çünkü görünmeyen dünyanın şeyleri beni gerçek dünyanınkinden daha çok çekiyor ve çünkü genç kız neden söz ettiğimi çok iyi biliyor."
Yaratıcı imgelem Nizam'ı Tanrı'nın avatarına dönüştürmüştü.
Sekiz yıl kadar sonra genç Dante Alighieri Floransa'da Beatrice Portinari'yi gördüğünde benzer bir deneyim yaşayacaktı. Kızı görür görmez ruhunun şiddetle titrediğini hissetti ve şöyle bağırır gibi olduğunu duydu:
"İşte beni yönetmek üzere gelen benden daha güçlü bir tanrı".
O anda Dante Beatrice'e duyduğu sevginin yönetimindeydi; Beatrice "imgelemimin ona verdiği güçle'' efendi olmuştu. Beatrice İlahi Komedya'da Dante için kutsal sevginin imgesi olmayı sürdürdü. Bunun kendisini, cehennem, araf ve cennetten geçirip Tanrı görümünün karşısına çıkaran hayali bir yolculuğa çıkarışını anlatır. Dante'nin şiiri Muhammed'in göğe çıkışının Müslüman açıklamalarından etkilenmiştir; gerçekten de onun yaratıcı imgelem görüşü Muhiddin Arabi'ninkiyle aynıdır. Dante, Aristoteles gibi, imaginativa’nın dünyevi yaşamdan devşirilen imgeleri yalnızca biraraya getirdiğini ileri sürer; bu kısmen Tanrı'nın verdiği esindir:
"Ey hayal (imaginativa) sen ki bazen bizi çevremizde binlerce boru çalınsa da işitmeyeceğimiz kadar kendimizden geçirir ve alıp uzaklara götürürsün, seni harekete geçiren duyular değilse nedir? Kendiliğinden veya onu buraya gönderen bir irade ile gökte şekillenmiş bir ışık mıdır bu?"
Dante şiir boyunca duyarak ve görerek edinilen imgelerin anlatımını yazar. Cehennemin canlı fiziki tasvirleri, Araf dağından dünyevi cennete zor, duygusal tırmanışa varır, burada Beatrice onu, onun fiziki varlığını kendi başına amaç olarak gördüğü, için azarlar: onu, Tanrı'nın dünyasına işaret eden bir simge, avatar olarak görmesi gerekir. Cennette fiziksel tasvir hemen hemen yoktur; kutsanmış ruhlar bile belirsizdir, bize insan kişiliğinin, insan özleminin nihai amacı olamayacağını anımsatır. Sonunda, sakin entellektüel hayal Tanrı'nın bütün imgelemin ötesinde olan aşkınlığını ifade eder. Dante Paradiso'da Tanrı'nın soğuk bir portresini çizmekle suçlanmıştır fakat bu soyutlama bize nihayetinde O'nun hakkında bir şey bilmediğimizi anımsatır.
Karen Armstrong - Tanrı'nın Tarihi kitabından...
Yorumlar
Yorum Gönder